Parayı veren düdüğü çalıyor

Suat BOZKUŞ yazdı —

  • Artık Türkiye’de her alanda “Paran kadar konuş” devri egemendir. Sosyal devlet kavramı çoktan unutulmuş, soyguncu devlet anlayışı egemen olmuştur. Hukuk devletinin artık lafı bile kalmamıştır.

Erdoğan sistemi sallandıkça dökülüyor. Enkaz altındaki eşyalar gibi sadece asbeste değil, her türlü pisliğe batmış vaziyette.

Vatandaş hala çadır bulamazken, bataklık haline gelmiş çadır kentlerde çırpınırken Kızılay Holding’in vatandaşa parayla çadır, ilaç, kan, gıda ve ihtiyaç maddesi sattığı ortaya çıktı. Dahası bir AKP yöneticisinin villasının bahçesine kondurulmuş çifte AFAD çadırları basında yer aldı. Depremzedelerin çektiği çileler ve söyledikleri medyada geniş olarak yer aldığı için tekrar etmiyorum. Bunları herkes deprem bölgesindeki sağ kalmış yakınlarından öğrenebilir.

Erdoğan, yıllar önce devleti şirket gibi yönetmenin faziletlerini anlatıyordu. Hayal ettiği yapılanmayı devletin ve toplumun her kademesinde gerçekleştirdi. Kızılay bir yardımlaşma kurumu olmaktan çıkıp en büyük holdinglerden birine dönüşmüş durumda. Şirket için ar değil kâr önde gelir. Kızılay da ilk günlerde elindeki çadırları bekletip fiyatların yükselmesini beklemiş ve yüksek fiyattan satmış. Gıda ve ilaç için de aynısı olmuş. Devleti şirket gibi yönetirsen, Kızılay’a kadar bütün kurumları da şirketleştirirsen olacağı budur. Şirket kâr için çalışır. Devlet ise kârdan önce toplumun genel ihtiyaçlarını dikkate almak zorundadır. Örneğin birçok devlet işletmesi zarar etse de, kamu ihtiyaçları için açık tutulur. Oysa her “bokologların” ve şirket CEO’larının akıl verdiği Erdoğan devrinde kamu sektörü tukaka edilip bütün varlığı yağmalandı, talan edildi. Ne Tekel, ne şeker fabrikaları ne de Sümerbank gibi kurumlar kaldı. Ondan sonra sıra devlet hastanelerine geldi. Hastane sahibi sağlık bakanı, dershane ve okul sahibi Milli Eğitim Bakanı, otel-motel sahibi Turizm bakanı, silah sanayi yatırımcısı Savunma Bakanı oldu. Ama depremde hepsi de çöktü. Hiçbir işe yaramadı. Önce onlar enkaz altında kaldı.

Erdoğan, en büyük ihalelerin imza hakkını kendisi aldı. Tek adam sisteminin faziletleri deyip bütün büyük ihaleler Erdoğan’ın onayından geçiyordu. Nasıl geçtiğini de herkes bilir.

Çok uzatmaya gerek yok. AKP şeflerinden başlayıp bütün bürokratların ve beşli çete gibi müteahhitlerin 21 sene önceki ve şimdiki mal varlıkları incelense hiç birisi hesabını veremez. Hepsine tek tek “nereden buldun?” sorusu ciddi olarak sorulmalıdır. Bir de Çakıcı, Kırcı, Sedat Peker gibi Bahçeli’nin Erdoğan ile pazarlıkla hapisten çıkardığı ülkücü mafya denilen çete artıkları var. Erdoğan onlar aracılığıyla kaç defa Kılıçdaroğlu’na, Akşener’e ve aydınlara saldırı tehdidinde bulundu. HDP’ye yönelik saldırı ve cinayetler ise ayrı bir kitap olur. Bursa- Amedspor maçındaki alçakça saldırılar ve buna Bahçeli’nin sahip çıkması kamuoyunun önünde olmuştur. Açıkça görüldü ki, AKP bir ihale mafyasıdır. MHP ise bu dikta-soygun sisteminin fedaisidir. Üstü örtülmeye çalışılan eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş cinayeti bunu bir kez daha göstermiştir. Hiçbir beka-vatan-bayrak ve ezan-Kuran-kader edebiyatı bu mafyatik diktatörlüğü gizleyemez, koruyamaz.

Nasrettin Hoca ve Aziz Nesin edebiyatı sadece mizah değildir. Gerçeklerin mizah yoluyla ifadesidir. “Parayı veren düdüğü çalar” diyen Nasrettin Hoca’yı acı biçimde doğrulayan Kızılay Holding olmuştur. Artık Türkiye’de her alanda “Paran kadar konuş” devri egemendir. Sosyal devlet kavramı çoktan unutulmuş, soyguncu devlet anlayışı egemen olmuştur. Hukuk devletinin artık lafı bile kalmamıştır. Eskiden siyasetçiler her nutuklarında, şeddeli vurgularla “Demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti” derlerdi. Yakın zamanda hiç böyle bir söz duydunuz mu? Şimdi, “Be ahlâksız, be namussuz, be adi…” devri. Erdoğan, bu hakaretleri savuracağına Kızılay’ın gelir ve giderlerini açıklasın, Kızılay Holding başkanının maaşını ve toplam gelirini açıklasın da susalım. Yoksa ağzından çıkan bu ölçüsüz-ayarsız hakaretler döner kendisini bulur, her gün suratına çarpılır.

Erdoğan diktasının son günlerinde halk birçok yerde “Hükümet istifa” diye haykırıyor. Ama kurulan dikta rejiminde ortada ne hükümet ne de meclis var. Bu nedenle bu sistemde “Erdoğan istifa” demek daha doğru olur. O istifa edince her şey düzelecek mi? Elbette otomatik olarak hiç bir şey düzelmez. Ama yeni bir rejime geçebilmek için öncelikle bir enkaz halinde olan Erdoğan-Bahçeli çetesinin temizlenmesi ve yol temizliği yapılması şarttır. Ondan sonra ne yapılacağı halklarımızın mücadelesiyle belirlenecektir. Halklarımız kendi öz iradeleri ve istemleriyle ayağa kalkıyor. Bu dikta rejimini yıkacak olan onların mücadelesidir. Yeniyi de yeninin sınırlarını da onların mücadelesi belirleyecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.