Savaş ve Barış

Suat BOZKUŞ yazdı —

  • Kimseden barış dilenmek değil, tutarlı bir barış mücadelesi şarttır. Bu da barışçı bir dünya için bütün ezilenlerin birliğini ve mücadelesini şart koşar.

Dünya Barış Günü dolayısıyla yapılan kutlamalar ve anmalar devam ediyor. Hitler ordularının Polonya’yı işgal ederek başlattığı İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ilk günü olan 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul ediliyor.

Savaş ve barış üzerine ciltlerle kitap, roman ve şiirler yazılmıştır. Daha da yazılacaktır. Lenin emperyalizm çağında paylaşım savaşlarının kaçınılmaz olduğunu tespit etmiştir. Bütün proletaryayı bu savaşlarda kendi burjuvazisinin saflarında sınıf kardeşlerine ve diğer ezilenlere karşı değil, kendi burjuvazisine karşı bir savaşa çevirmesini tavsiye etmiştir. Ama çoğu parti bu kararı uygulamakta samimi olmamış, burjuvazinin saflarında anavatanı savunmak adına sınıf kardeşlerine kurşun sıkmışlardır. Bu hatayı ve ihaneti yapanlar sonuçta kendileri de köleleşmekten ve katliamlardan kurtulamamıştır.

Birinci ve İkinci paylaşım savaşlarından sonra SSCB’nin dağılması sürecinde Üçüncü Paylaşım Savaşı’nın başladığı yaygın bir analizdir. Bazı analistler ise aslında yüzyılın başında başlayan emperyalist paylaşım savaşının hiç bitmediğini, açık ya da örtülü olarak hep devam ettiğini iddia ediyor. Bu iddia daha gerçekçi ve doğru görünüyor. Emperyalist paylaşım savaşlarının bitişini ilan eden “barış anlaşmaları”nın imzalanması biter bitmez hatta daha mürekkebi kurumadan yenilerinin hazırlığı başlamaktadır. Barış anlaşmaları bir barıştan çok geçici ve zoraki ateşkes anlaşmaları gibidir. Zaten iki savaş arasında yerel savaşlar, vekâlet savaşları sürmekte ve “büyük savaş” için hazırlıklar hızla yapılmaktadır. Bundan sonra da yeni bir savaşa başlamak için bir bahane aranmaktadır.

SSCB ve Varşova Paktı dağıldıktan sonra gündeme gelen Üçüncü Paylaşım Savaşı’nın durumuna bakın:

O günden beri dünya kaynayan bir kazana ya da nereden patlayacağı belli olmayan bir mayın tarlasına dönmüş gibidir. Hepsinin üstüne Ukrayna savaşı gelmiştir. Bu arada gerilimlerin bir ucu Çin’e, bir ucu da Afrika devletlerine uzanmaktadır. Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın her köşesinde yeteri kadar çatışma nedeni vardır. Her gün bir suikast, bir çatışma, bir işgal ya da bir darbe haberi gelmektedir. Libya’nın daha önceki işgalinden sonra Nijer ve Gabon’daki askeri darbeler savaşın hızla Afrika’ya da yayılabileceğini gösteriyor. Silahlanma ve çatışmalar hızla yayılarak artarken nükleer silahların kullanımı gündeme gelmektedir. Bu gerilim her an nükleer bir savaşa dönebilecek durumdadır. Tiyatrocular, “Oyunun başında sahnede bir silah varsa o silah mutlaka patlayacaktır“ derler. Bu kadar büyük bir silahlanma varsa bu silahlar süs gibi durmayacaktır.

Karadeniz’deki bir çatışma tahıl sevkiyatını engelleyeceğinden dünya bir açlık kriziyle karşılaşabilir. Şimdi sadece yoksul Afrika ülkeleri değil, gelişmiş kapitalist ülkeler de krizin içine yuvarlanabilir. Geçmişte enerji krizi söz konusuydu. Şimdi herkes için bir gıda krizi her an kapıya dayanabilir. Korona krizi günlerindeki sıkıntıları hatırlamak biraz açıklayıcı olabilir. Bunalım derinleştikçe çatışmaların da sertleşmesi beklenmelidir.

Bütün bu gelişmeler paylaşım savaşının getireceği sıkıntıların sadece ilk bakışta görünen yüzüdür. Kriz çok daha derin ve ciddidir.

Bu durumda metropol ülkeler bütün itirazları bastırmak ve üstünlüklerini perçinleyip sürdürmek için her türlü saldırıyı yapacaktır. Sömürülen ve gizli-açık işgal altında olan ülkeler ise kendilerini savunmak için canla-başla direnecektir. Ezilenlerin kendi başlarına kazanma şansı azdır. Uluslararası gericiliğe karşı bütün ezilenlerin de uluslararası dayanışması ve birliği şarttır. Bu sağlanabilirse barış sağlanabilir ve korunabilir. Kimseden barış dilenmek değil, tutarlı bir barış mücadelesi şarttır. Bu da barışçı bir dünya için bütün ezilenlerin birliğini ve mücadelesini şart koşar.

Türkiye ise öncelikle Kürtlerle ve komşusu bölge halklarıyla barışı sağlamak zorundadır. Ancak o zaman dünya barışına katkı sağlayabilir.

Daha önceki paylaşım savaşları coğrafi olarak da zaman olarak da çok kısıtlıydı. Birçok devlet doğrudan bu savaşa katılmadan varlığını sürdürebildi. Bugünkü şartlarda bu ihtimal zayıf görünüyor. Savaş çok daha yaygın ve uzun süreli oluyor. Bu nedenle bütün ezilenlerin birliği- mücadelesi tek çözüm yolu ve umudu olmaktadır. Ancak o zaman “Barış günü“ kutlamaları bir anlam kazanacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.