Sıradan bir Türkiye haftası
Cihan DENİZ yazdı —
- 2016 yılından beri yaşadığımız şekliyle iktidarın halkın bir kesiminin siyasi iradesini kabullenmediği, kabullenmemekle kalmayıp ona savaş açtığı bir dönem yaşanmadı. Hiçbir dönem, yargı iktidarın bu şekilde bir sopasına dönüştürülüp halkın iradesinin boşa çıkarılması için kullanılmadı.
Ne kadar umutlu olmak istersek isteyelim, anti demokratik uygulamaların sıradanlaştığı, kayyumların, gözaltıların, soruşturmaların, davaların siyasetin olağan bir unsuru haline geldiği Türkiye siyasetinde bizi şaşırtmayan bir haftayı daha yaşıyoruz.
Hafta sonu zorlama bir soruşturmayla gözaltına alınan Mersin’in Akdeniz ilçesinin DEM Partili Belediye Eşbaşkanları’nın tutuklanması ve yerlerine kayyum atanması ile başlayan hafta hız kesmeden devam ediyor.
Akdeniz Belediyesi’ne kayyum atanmasına paralel olarak, İstanbul’da Beşiktaş ilçesinin CHP’li Belediye Başkanı gözaltına alındı. Gözaltı gerekçesi yolsuzluk olsa da, yargının bu kadar siyasallaştığı, iktidar partisinden belediyeler veya iktidara yakın şirketler ile ilgili ortaya dökülen onca iddia hakkında yargının kılını bile kıpırdatmadığı bir yerde, bu operasyonun ardında siyasi hedefler olmayan basit bir yolsuzluk soruşturması olduğuna inanmak, saflıktan da öte bir şey olacaktır.
Ve en son olarak da İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri hakkında, Suriye’de düzenlenen bir SİHA saldırısında yaşamlarını yitiren gazeteciler ile ilgili yaptıkları açıklama gerekçe gösterilerek görevlerine son verilerek dava açıldı.
Haftanın daha ilk birkaç gününde bu yaşananlar aslında Türk siyasetinin, iktidarın yönelimlerinin bir özetidir.
En son Akdeniz Belediyesi’ne kayyum atanması ile 31 Mart yerel seçimlerinden beri kayyum atanan belediye sayısı 7’si DEM Parti’li ve 2’si CHP’li olmak üzere toplam 9’a yükseldi. Kayyum pratiğinin ilk kez gündeme geldiği 2016 yılından beri olup bitenler çok açık bir şekilde göstermektedir ki kayyum, sadece belediyeler ile sınırlı olmayacak şekilde Türkiye’de iktidarın yeni “yönetme” stratejisi haline gelmiştir. Kayyum, iktidarın ağzından düşürmediği vesayetçi anlayışın güncellenmiş ve tüm toplumu hedefleyen halidir. Ve ilk Kürtlere ve Kürt siyasetine karşı devreye konmuş olsa da, “Cizre’ye nasıl girdiysek ODTÜ’ye de öyle gireriz” anlayışıyla kapsamı daha sonra herkesi hedefleyecek şekilde genişlemiştir.
Tüm Türkiye siyasi tarihinde iktidarın toplumun tercihlerinden hoşnut olmadığı, onları kabullenmediği, hatta bu yüzden toplumu cezalandırdığı sayısız örnekle mevcuttur. Ama hiçbir zaman 2016 yılından beri yaşadığımız şekliyle iktidarın halkın bir kesiminin siyasi iradesini kabullenmediği, kabullenmemekle kalmayıp ona savaş açtığı bir dönem yaşanmadı. Hiçbir dönem, yargı iktidarın bu şekilde bir sopasına dönüştürülüp muhalefetin bastırılması, halkın iradesinin boşa çıkarılması için kullanılmadı.
Bu kayyum anlayışı, öyle bir raddeye varmıştır ki, artık sadece siyasi partiler ve toplumun siyasi iradesi ile sınırlı değildir. İlk önce Tabiler Birliği’ne şimdi de İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’na görevden alma için açılan dava, iktidarın kendinden olmayana dönük tahammülsüzlüğünün milletvekilleriyle, belediyelerle sınırlı olmadığını; özellikle de resmi siyasetin eleştirilmesi, sorgulanması durumunda meslek örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin üyelerinin iradesiyle seçilmiş yönetimlerin de bu kayyum zihniyetinin hedefi haline geldiğini göstermektedir. İktidar tıpkı siyasi alanda olduğu gibi bu alanda da seçimle elde edemediği, edemeyeceği gücü, kayyum pratiği ile elde etmeye çalışmaktadır.
İktidarın inatla uyguladığı bu siyaset anlayışının Türkiye’nin hiçbir sorununa merhem olmadığı, tıpkı geçmişin vesayetçi anlayışı gibi, sadece sorunları daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdiği açıktır. Kayyum anlayışının devreye sokulduğu 2016’dan beri Türkiye’nin yaşadığı tüm sorunlar daha da ağırlaşmış; ekonomik, siyasi, toplumsal, ahlaki krizler yaşamın değişmez bir parçası haline gelmiştir.
Sonuç olarak, toplumsal ve siyasi yapının altını oyan kayyum zihniyeti kimseye kazandırmamaktadır. Tek bir yaraya bile merhem olduğu vaki değildir. İktidar açısından da durum farklı değildir. Başta Kürt halkı olmak üzere tüm toplumsal kesimler, siyasi temsil pahasına kayyum zihniyetine boyun eğmediği ve siyasi duruşunu değiştirmediği için iktidar açısından kayyum zihniyeti bırakın faydayı büyük zararlara yol açmıştır.
Ama iktidar kayyum ısrarını sürdürmektedir. Ve iktidarın bu ısrarı nedeniyle sadece Türkiye'nin değil tüm Ortadoğu coğrafyasının en karmaşık ve her geçen gün daha da kompleks bir hal alan sorunu Kürt Sorunu'nun çözümü noktasında çok önemli ve tarihi fırsatlar heba edilmiştir. Böyle giderse maalesef tarih bir kez daha tekerrür edecektir.