Sivas Katliamı: Dün ve bugün

Cihan DENİZ yazdı —

  • Sivas Katliamı, bu coğrafya için zaman ve mekân olarak uzakta kalmış bir olay değildir. Farkında olalım veya olmayalım, bu coğrafyanın diğer nice acıları gibi her an pusuya yatmış bir vaziyette çevremizde dolaşmaktadır.

Bu yazı 2 Temmuz’da, Cumhuriyet tarihinin en kara günlerinden birinin yıl dönümünde, bu coğrafyaya dayatılan tekçi bağnazlığın, inkarcılığın ne kadar acı sonuçları olabileceğine en acı şekliyle bir kez daha tanık olduğumuz 2 Temmuz Sivas Katliamının yıl dönümünde kaleme alınmaktadır.

Sivas Katliamı ne ilktir ve bu coğrafyaya hakim tekçi ve inkarcı zihniyet, varlığını ezilenleri birbirine düşürerek, birbirine kırdırarak devam ettiren iktidar anlayışı devam ettiği sürece de maalesef son olmayacaktır.

Yüz küsur yıldır halklara dayatılan bir halklar ve inançlar bahçesi olan, onlarca medeniyete beşiklik etmiş bu coğrafyanın tek bir ulusa, tek bir inanca ve o inancında tek bir mezhebine, tek kültüre ait olması gerektiğini, bunlar dışında kalanlara tek düşenin ise kendi kimliklerinden, varlıklarından vazgeçmek olduğunu, vazgeçmiyorlarsa da her türlü baskıyı, zulmü, katliamı hak ettiklerini halklara vaaz eden zihniyetin çok acı bir sonucudur Sivas Katliamı.

Bu anlamıyla, 1915 Ermeni Soykırımı’nda, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da, Maraş’ta, Çorum’da, 90’lar boyunca Kürtlere yönelik sayısız linç ve coğrafyanın tanık olduğu benzeri çok sayıdaki acı olayda olduğu gibi, ne olduğunu bilmeyen, birilerinin kulaklarına fısıldadığı yalanları, çarpıtmaları sorgusuz sualsiz kabul eden, kime neden düşman olduğunu bilmeden iblisleştirdiği bir grubun ortadan kaldırılmasını arzulayan bir güruhun şehrin ortasında ve askeriyle polisiyle güvenlik güçlerinin gözleri önünde aralarında ülkenin en önde gelen aydınlarının, sanatçılarının olduğu bir oteli yakarak onlarca insanı katlettiği Sivas Katliamı aslında Türkiye’deki siyasi zihniyetin bir özetedir adeta.

Sistemin Alevilere, muhalif sanatçı ve aydınlara bakışını, hangi kesimlerin Alevilere, sanatçılara ve aydınlara karşı nasıl kışkırtıldığı ve eylemlerine nasıl göz yumulduğunun bir hikayesidir Sivas Katliamı. En temel hakları için sokağa çıkan Kürtler, gençler, kadınlar, emekçiler ve diğer ezilen kesimler olduğunda devletin tüm imkan ve olanakları seferber edilirken, Sivas’ta güvenlik güçleri, gözleri önünde adım adım örülen bir katliamı sadece seyretmekle yetinmişlerdi.

2 Temmuz’da kaybettiklerimizin acısını, o gün yaşananların ağırlığını yüreğimizde hissettiğimiz bir anda, Sivas Katliamı’ndan en ufak bir ders çıkarmadığımız gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldık. Sivas Katliamı, bu coğrafya için zaman ve mekân olarak uzakta kalmış bir olay değildir. Farkında olalım veya olmayalım, bu coğrafyanın diğer nice acıları gibi her an pusuya yatmış bir vaziyette çevremizde dolaşmaktadır.

Sivas Katliamı’nın yıldönümünde benzer bir acının yeniden yaşanmasının ucundan dönüldü. Sivas katliamında bahaneler bir kitaptı, bu sefer bahaneleri bir karikatür. Bir karikatürü, tıpkı Sivas katliamına bahane edilen kitap hakkında kimsenin fikrinin olmaması gibi, aslında muhtemelen görmedikleri, görseler de ne anlama geldiği üzerine çok da kafa yormadıkları bir karikatürü bahane ederek karikatürü yayınlayan Leman dergisinin Taksim’deki bürosunun önünde toplanan gruptan, tam da Sivas Katliamı’nın yıl dönümünde yükselen “bu bina yanacak” sözleri aslında her şeyi özetlemektedir.

Herkesin hoşuna gitmeyen bir şeyi protesto etme hakkı vardır; ama bu bir protesto değil, bu katliam çağrısıdır. Ve bu tıpkı Sivas’ta olduğu gibi güvenlik güçlerinin gözü önünde yapılmaktadır.

Adeta bir katliam çağrısı yapılırken, insanlar ellerini kollarını sallayarak dergi binasına girip oradaki eşyalara zarar verirken Taksim’de neredeyse iki insanın yan yana nefes almasına bile müdahale eden polis ise sadece olanları seyretmekle yetiniyordu. Tıpkı ertesi gün, Kaymakamlığın eylem yasağına rağmen yine bu karikatür ile ilgili toplananlara en ufak bir müdahalede bulunmadığı gibi.

Aynı şekilde iktidar kanadı da bu karikatürü bahane ederek, tıpkı geçmiş örnekler de benzerine rastlandığı gibi, gündemi değiştirmenin ve kaybettiği toplumsal desteği geri kazanmanın derdine düşmüştür.

Devletin nerede sesinin çıktığı, nerede suskun kaldığı, başını başka bir yöne çevirdiği aslında tüm yaşanan acıların anlamının çıkış noktasıdır.

Ama artık bu değişmek durumundadır.

Tam da barıştan konuştuğumuz bir süreçte böyle bir olayın yaşanmış olması hepimiz için bir uyarı olmalıdır. Çok kırılgan ve içeriden ve dışardan her türlü müdahaleye, provokasyona açık bir zemin üzerinde barış inşa edilmeye çalışılmaktadır. Ve burada herkese çok önemli sorumluluklar düşmektedir. Bundan dolayı da eğer amaç şiddetin bir siyaset etme yöntemi olarak tasfiyesiyse, bu coğrafyaya barışın gelmesiyse, herkesin barış içinde özgürce yaşamasıysa, bunun ilk ve en önemli adımı bu çabaları boşa çıkaracak eylemlerden uzak durmak, böylesi eylemlerin önüne geçmektir. Bu en başta da iktidar gücünü elinde tutanların sorumluluğudur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.