Tarihsel kırılmalar ve Apocu devrimin gücü

Forum Haberleri —

Abdullah Öcalan

Abdullah Öcalan

  • Önder Apo’nun yalnızca Kürt halkına değil, insanlığın tamamına hitap eden paradigma çabası, onun felsefi derinliğinin ve kapsamının sıradan bir yaklaşımla ele alınamayacağını hatırlatır.

ŞEMSETTİN ÖZER

Uygarlığın tarihsel gelişimini eleştirel bir bakışla incelediğimizde, özellikle Ortadoğu ve Mezopotamya uygarlıklarında kadının toplumsal düşüşü ile eril iktidarın kurumsallaşması arasındaki bağ dikkat çekicidir. Bu tarihsel arka plan okunmadan, araştırılmadan ve diyalektik bir bağlam kurulmadan Kürt halkının yaşadığı kırılmaların neden ve sonuçlarını anlamak mümkün değildir. Bu bağlamı kavradığımızda, Apocu hareketin tarihsel koşullarla nasıl bir yüzleşme yaşadığı ve Kürt halkına yeniden bir varlık, düşünce ve özgürlük zemini kazandırma çabasının kolay olmadığı anlaşılacaktır. Önder Apo’nun yalnızca Kürt halkına değil, insanlığın tamamına hitap eden paradigma çabası, onun felsefi derinliğinin ve kapsamının sıradan bir yaklaşımla ele alınamayacağını hatırlatır. Bu, bir hakikattir ve hakikate basitçe yaklaşmak, onu anlamamıza engel olur. Uygarlık eleştirisiyle başlayan bu analiz, demokratik sosyalizmin ve özgürlükçü düşüncenin Ortadoğu’da yeşerme imkânlarını tartışmayı hedeflemektedir.

1. Uygarlığın eleştirisi: Kan, taş ve heykel üzerine kurulu bir düzen

Uygarlık tarihine yukarıdan bakıldığında, ilk etapta ilerleme, büyüme ve sanat gibi olumlu değerlerle tanımlanır. Ancak piramitlerden Babil Kulesi’ne, tapınaklardan kanlı saraylara, dağ başlarına dikilen tanrı-kralların heykellerine kadar uzanan tarihsel izler, uygarlığın özünde masum olmadığına işaret eder. Bu mimari yapılar sadece teknik başarılar değil, aynı zamanda eril iktidarın, kutsallaştırılmış tahakkümün ve sınıf ayrımlarının somutlaşmış simgeleridir.

Antik Yunan’da görülen estetik mimari ve felsefi düşüncenin toplumsal yaşamla iç içe geçmişliği, bu baskıcı uygarlık örneklerinden bir ayrışmadır. Kadın ve erkek figürlerinin dengeli temsili, doğayla kurulan estetik ilişki ve kamusal alanda düşünsel çoğulculuğun yansıması olarak mimarlık, burada bir özgürlük alanına dönüşmüştür. Ancak bu istisnai durum, Mezopotamya’dan Hindistan’a ve Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada tersine işlemiş; kadının toplumsal ve düşünsel düşüşü, uygarlıkla eş zamanlı biçimde gerçekleşmiştir.

2. Kadının düşüşü ve toplumun düşünsel tıkanması

Ortadoğu’da tarım devriminin öncüsü olan kadın, uygarlığın ilerleyen aşamalarında üretimden, toplumsal kararlardan ve bilgiden dışlanmıştır. Kadının kamusal hayattan çekilmesi, beraberinde düşüncenin, bilimin ve felsefenin de bastırılmasına yol açmıştır. Kadim tanrıça kültlerinin yerini eril savaş tanrılarının alması, bu tarihsel dönüşümün mitolojik düzlemdeki göstergesidir. Kadının düşünce öznesi olmaktan çıkarılması, aynı zamanda toplumun sorgulama kapasitesinin de törpülenmesidir. Oysa özgürlük, ancak sorgulayan, düşünen ve özneleşen bir birey ve toplumun birbirini koruma ve kollama denklemi üzerinde gelişebilir.

Bu açıdan bakıldığında, Ortadoğu toplumlarının uzun süre boyunca felsefenin ve bilimin gelişiminden yoksun kalmaları, yalnızca teknik nedenlerle değil, kadının düşürülmesiyle ilişkili yapısal bir sonuçtur. Bu zihinsel daralma, Kürt toplumu da dâhil olmak üzere bölge halklarının düşünsel üretimini de darbelemiştir.

3. Kürt toplumunun tarihsel travmaları ve Apocu tarihsel hakikat

Kürt toplumu, 20. yüzyıl boyunca modern ulus-devletlerin dışında bırakılmış, kendi tarihini yazamayan, liderliğe ve düşünsel önderliğe erişemeyen bir halk olarak varlık krizleri yaşamıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda müttefiksiz kalması ve ardından gelen bölünmeler (Sykes-Picot ve Lozan gibi antlaşmalarla), Kürt halkının sadece soykırım, sürgün ve Kürt ulusal demografisinin değiştirilmesiyle karşı karşıya kalmasına neden olmuş; Kürtlerin İran, Irak, Türkiye ve Suriye arasında parçalanması, Kürt’ün Kürt’e karşı yabancılaşmasını da beraberinde getirmiştir. Bu parçalanmışlık, Kürtleri yalnızca “maraba” konumuna itmiş; siyasal özne olma hakları gasp edilmiştir.

Ancak bu tarihsel tablo, Apocu hareketin doğuşuyla birlikte değişmeye başlamıştır. 1970’lerin sonunda ortaya çıkan Abdullah Öcalan önderliğindeki hareket, sadece ulusal kurtuluş değil, aynı zamanda düşünsel ve tarihsel bir yeniden doğuş projesi olarak şekillenmiştir. Hareketin temel amacı, Kürt toplumuna varlık kazandırmak, onu düşünce ve özgürlükle buluşturmak, kadının yeniden özneleşmesini sağlamak ve demokratik sosyalist bir toplumsallığı inşa etmektir.

4. Önderlik ve düşünsel devrim: Paradigmanın evrensel gücü

Önder Abdullah Öcalan’ın paradigması, yalnızca siyasal bir program değil, aynı zamanda tarihsel, felsefi ve toplumsal bir yeniden kuruluş çağrısıdır. Kadın özgürlüğü, doğayla uyumlu yaşam ve demokratik konfederalizm ilkeleri üzerine kurulu bu paradigma, Ortadoğu halkları için bir çıkış yolu sunmaktadır. Önderliğin 12. Kongre’ye sunduğu bilimsel ve felsefi paradigma, sadece Kürt halkı için değil, evrensel özgürlük arayışının felsefi temelini de oluşturmaktadır.

Bu nedenle Önder Öcalan’ın düşünsel katkısı, sıradan bir siyasi retorikten ibaret değildir. Sorgulama gücü olmayan toplumlar düşünce de üretemez; düşüncesi özgür olmayan halklar ise özgürlüğü taşıyamaz. Apocu paradigma, bu gerçekliği tersine çevirmeyi başarmış, özellikle kadın üzerinden yeniden bir felsefi zemin kurarak Kürt halkının düşünceyle, eylemle ve mücadeleyle özgürleşmesini mümkün kılmıştır.

Bugün birçok halk, Apocu paradigmanın evrensel gücünü fark ederek Kürt halkıyla ittifak kurma yollarını aramaktadır. Bu durum, yalnızca taktik bir çıkar ortaklığı değil, aynı zamanda Apocu paradigmanın ahlaki, politik ve insani bir çekim merkezi hâline gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Özgürlük, hakikat ve yeni bir uygarlık umudu

Apocu hareketin başarısı, yalnızca bir halkın kurtuluşu değil, aynı zamanda uygarlığın yeni bir aşamaya taşınmasıdır. Komünal, demokratik ve ekolojik temelli bir toplum modeli, hem Ortadoğu hem de dünya halkları için bir umut vaat etmektedir. Bu paradigma, kadının, doğanın ve toplumun yeniden özneleştiği, düşüncenin serbestçe üretildiği ve halkların kendi kaderlerini özgürce belirleyebildiği yeni bir uygarlık tahayyülüdür. Dolayısıyla önderlik paradigma felsefesi, bir yandan derin bir araştırma, bir yandan da zihinlerin eğitilmesi olanağı sunar. Bunun için paradigma, bize sadece teknik bir yön değil, tüm klasik, statik, dogma ve klişe haline gelmiş düşünceleri değiştirerek çağın ve geleceğin felsefe-bilim ahlakının nasıl olması gerektiğini sorgularken, bunu kavramsal ve kuramsal çerçevede evrensel bir niteliğe taşır. İnsanlığın en temel ihtiyacı olan demokratik, sosyalist ve komünal bir yaşam perspektifini ortaya koyar. Bununla birlikte, önderlik felsefesi, sömürüsüz bir toplumsal yaşamın yeniden inşası hedefiyle kapitalizme karşı devrimci ve idealist bir mücadele perspektifi de sunar.

Bu nedenle çağ, Apocu hareketin öncülüğünde gelişecek demokratik komünal sosyalizmin çağıdır. Bu, sıradan bir politik sav değil, tarihsel ve düşünsel temelleri olan, halkların hakikat arayışına yanıt veren bir perspektiftir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.