Vitrin siyaseti

Cihan DENİZ yazdı —

  • “Türk” siyasetinin bu araçsal “vitrin” anlayışına karşı ise yegane alternatif HDP’nin her kesimin kendi sorunları ile bir araya gelerek mücadelelerini ortaklaştırdıkları vitrinin olmadığı radikal demokrasi anlayışıdır. 

Cumhurbaşkanı, dikkatleri Türkiye’nin savaş, baskı, hukuksuzluk, eşitsizlik, yoksulluk gibi gerçek sorunlarının üstünden çekip her zaman yaptığı gibi suni gündemlerle halkı oyalamak adına ellindeki konuları tüketmiş olacak ki, başa sarmış ve artık Türkiye’nin gündeminde olmayan türban sorununu diline dolamış ve muhalefet partilerindeki “türbanlı” kadınların vitrin mankeni olduğunu söylemiş. Kendi gözündeki merteği görmeden başkalarının gözündeki çöpe laf eden Cumhurbaşkanı, “Türk” siyasetine dair aslında en büyük temsilcisinin kendi partisi olduğu bir gerçeği dile getirmektedir.

Türkiye’de ana akım siyaset, halkların gerçek özgürlük, demokrasi sorunlarını çözmek için değil, halkları baskı altına almak ve bununla birlikte de iktidar nimetlerinden azami faydalanmak için yapıldığından, ötekiler ve ezilenler söz konusu olduğunda hiçbir zaman “vitrin siyaseti” olmanın ötesine geçememiştir. Tüm bir “Türk” siyasi hayatı boyunca, İttihat ve Terakki’den günümüze, iktidardaki ve muhalefetteki partilerin adları değişse de, bu özellik değişmeden kalmıştır.

Geçmişten günümüze iktidarıyla muhalefetiyle hiçbir parti için amaç asla bu coğrafyayı gerçekten demokratikleştirmek ve özgürleştirmek olmadığından, siyasi temsil bağlamında “Türk” siyasetinin ezilenlerle ve ötekilerle bakışı her zaman araçsal olmuştur. Onlardan beklenen asla içinden geldikleri kesimlerin gerçek bir temsilcisi olmaları, onların gerçek sorunlarını dillendirmeleri ve bu sorunların çözümünün bir parçası olmaları olmamıştır. Bundan dolayı da Kürtler, Ermeniler, Aleviler, kadınlar, gençler, emekçiler ve bu sistemin ötekileştirerek ezdiği tüm kesimler tekçi, inkarcı, mezhepçi, cinsiyetçi, sömürücü ve gerontokratik “Türk” siyaseti içinde yer aldıklarında, kimliklerini inkar ederek kendi içinden geldikleri kesimlerin gerçek sorunlarının çözümüne değil; “Türk” siyasetinin bahsedilen özelliklerinin üstünün örtülerek bu sistemin ne kadar “demokratik,” “hoşgörülü,” “özgürlükçü” gibi sunulmasına hizmet etmektedirler. Dahası çoğu zaman da, içinden geldikleri kesimler üstündeki iktidar hegemonyasının ve fiziki baskısının bir aracına dönüşmektedirler. Bunu kabul etmeyenler veya varlığına artık ihtiyaç duyulmayanlar ise yerlerini başka “vitrin mankenlerine” bırakmak üzere tasfiye edilmektedir.

Evet bu yapıda bir Kürt milletvekili, belediye başkanı, parti başkanı, bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı bile olabilir ama asla Kürtlerin gerçek özgürlük talepleri hakkında tek kelime etmemek, tersine bu talebi dile getirenlerin bastırılmasının bir parçası olması şartıyla. Örnekleri çok olmasa da, bir Ermeni de “Türk” siyaseti içinde yer alabilir, milletvekili bile olabilir ama onların Ermeni Soykırımı hakkında tek bir söz sarf ettiklerini asla duyamazsınız. Kadınlar söz konusu olduğunda ise, beklenen kadın özgürlüğünün değil tersine kadını boğan ataerkil yapının sözcülüğünü yapmalarıdır. “Aynı şekilde, sendika başkanlarının siyaset içinde işçiler üzerindeki sömürünün katmerleşmesinin bir aracına dönüştüğüne dair sayısız örnek mevcuttur.

Bugün bu vitrin siyasetinin en büyük örneği AKP’dir. AKP, tek parti iktidarına karşı tüm muhalif ve ezilen kesimlere mavi boncuk dağıtan, dönemin liberal hatta kimi sol kesimlerinin bile desteğini alan ama bu kesimlerin hiçbir talebini yerine getirmeyen ve onlara ihtiyacı olmadığı hissettiği anda onlarla yollarını ayıran Demokrat Parti’nin izinden gitmiştir. Vesayetçiliğe karşı mücadele ediyormuş algısı ile farklı kesimlerin desteğini alan AKP, iktidarını pekiştirirken nihai amacını gizleyip kendini “özgürlükçü” gibi göstermek adına vitrinini farklı kesimlerden devşirdiği milletvekilleriyle doldurmuştu. Hatta bunlardan bazıları bakan bile olmuştu. Bunların arasında Kürt de, Ermeni de, Alevi de, sendikacı da, liberal de, eski solcu da vardı. AKP’yi “özgürlükçü”, “demokrat” gibi göstermenin yanı sıra, bunlardan aynı zamanda içinden çıktıkları kesimlerin verdiği gerçek mücadelelere karşı iktidarın baskısının bir aracı olmaları da beklenmekteydi. Tıpkı siyasetteki tek varlık nedenleri her ağızlarını açtıklarında Kürt mücadelesine saldırmak olan Metiner, Miroğlu ve benzerleri gibi.

“Türk” siyasetinin bu araçsal “vitrin” anlayışına karşı ise yegane alternatif HDP’nin her kesimin kendi sorunları ile bir araya gelerek mücadelelerini ortaklaştırdıkları vitrinin olmadığı radikal demokrasi anlayışıdır. İktidarıyla muhalefetiyle HDP’ye dönük bu nefretin ve dışlamanın altında tam da HDP’nin mevcut “Türk” siyasi anlayışının ötesinde yeni bir siyaset anlayışını hakim kılmak için verdiği mücadele yatmaktadır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.