Zırva
Aykan SEVER yazdı —
- ABD'nin bu hafta hem İran'a yönelik ambargolar hem de Etiyopya'daki iç savaşla ilgili BAE'ye özel temsilciler gönderdiği düşünülürse, bazı işlerin BAE'ye havale edildiği; coğrafyadaki politik inisiyatifin de paylaşılmaya çalışıldığı aşikar.
Son günlerde Ortadoğu'da diplomasi trafiği hızlandı.
Artan geliş gidişlerin gölgesinde İsrail ve daha çok Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) inisiyatifinde yeni bir hattın şekillendirilmeye çalışıldığı görülüyor.
Sondan başlayalım. Bu hafta başı İsrail başbakanı Bennet BAE'ye bir resmi ziyaret düzenledi. Bu düzeydeki bir ziyaret tarihte ilk olması itibarıyla elbette simgesel bir öneme sahip. Asıl "değerli" kısmı ise her iki ülkenin yakınlaşan, aynı zamanda ABD'nin uluslararası siyasetinin paralelinde sorumluluk alan ( yeri geldiğinde Washington'u da zorlayan) köşe taşı pozisyonunu ifade ediyor oluşu. Ziyaretin içeriği ile ilgili yapılan açıklamalar da bu yöndeydi.
Basına verilen bilgide Bennett ile Abu Dabi Veliaht Prensi Al Nahyan'ın bölgede 'kalkınma, güvenlik ve istikrarı sağlamlaştırmaya katkıda bulunacak şekilde çeşitli alanlarda ikili işbirliği yolları ve kalkınma fırsatlarını ele aldığı' ifadeleri yer aldı. Bu çerçeveden bakıldığında Bennett'in ziyaretinin, sadece İran'a yönelik bir diplomatik hamle olarak görülmesi olaya dair eksik bir değerlendirme olur.
Geçen hafta BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun Bin Zayid'in İran'a gitmesinin ardından İran'la bir temas da Ürdün'de yaşandı. Bu hafta başı İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri'nin, BAE ve Suudi Arabistanlı yetkililerle Ürdün'de bir araya geldiği açıklandı.
Amman'daki görüşmede "İran'ın nükleer programı ve nükleer yakıt alanında işbirliği başta olmak üzere bazı başlıklarda iki taraf arasında güvenin sağlanması için teknik adımların da tartışıldığı" aktarıldı.
ABD'nin bu hafta hem İran'a yönelik ambargolar hem de Etiyopya'daki iç savaşla ilgili BAE'ye özel temsilciler gönderdiği düşünülürse, bazı işlerin BAE'ye havale edildiği; coğrafyadaki politik inisiyatifin de paylaşılmaya çalışıldığı aşikar.
Muhtemelen bu süreçte İran ikili bir sıkıştırmaya maruz kalacak. Viyana'daki nükleer görüşmeler üzerinden Batı, Tahran'ı daha fazla baskılayacak.
Bu konuda ABD haricinde ilk sert söz, bu hafta sonu gerçekleşen G7 dışişleri bakanları zirvesinde İngiltere'den geldi. Dışişleri Bakanı Truss, Tahran'ın "ciddi bir çözümle müzakere masasına gelmek için son şansı" olduğunu söyledi. Olayın diğer yanında ise muhtemelen BAE, İran'ı kendisine daha yakın tutarak, işbirliği başlıklarını ön plana çıkarıp kontrol etmeye çalışacak. Ne kadar başarılı olurlar elbette şüpheli.
ABD'nin merkezine oturduğu bu eksenin, özellikle Şengal'de Êzîdîlere karşı saldırılara izin vermesi ve devamında sessiz kalması başarılmak istenenlere dair de yeterince soru doğuruyor.
ABD'nin "güney cephesi" ve onun devamı olan Hint-Pasifik hattındaki gelişmelere de kısaca değineyim.
Putin'in Yeni Delhi'yi ziyareti, yeni askeri anlaşmalar ve S-400 meydan okuması sonrası "müthiş" bir tesadüf yaşandı. Hindistan Genelkurmay Başkanı General Rawat’ı taşıyan bir Rus askeri helikopteri, ülkenin güneyinde düştü. Olayda General Rawat ve eşi dahil 13 kişi yaşamlarını yitirdi. Büyük güçlerin (büyüklükleri oradan geliyor olsa gerek) işleri rastlantıya bırakmadıklarını, sıkı çalıştıklarını, zamanın kendi kendine akmasını israf olarak gördüklerini, haliyle bu olayda da bir rollerinin olabileceğini düşünmek çok da komplo teorisi olmasa gerek. Ama işin aslını muhtemelen hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz.
Aynı "sıkı çalışma"nın semeresini bu hafta Hint-Pasifik ekseninin birer üyesi olan Avustralya ile Güney Kore arasında 717 milyon dolar değerindeki “savunma” anlaşmasında da görebiliriz.
Asıl daha sıkı ve tehlikeli çalışma ise Japonya'da. Hiro Hito faşizminin yenilgisiyle İkinci Dünya Savaşı sonrası dayatılan pasifist anayasa tarafından militarizmi kısıtlanan Japonya, şimdi saldırgan politikalara yöneliyor. Geçenlerde Başbakan Fumio, Japonya'nın düşman üslerine saldırma yeteneği kazanmak da dahil olmak üzere, çeşitli seçenekleri gözden geçireceğini açıkladı. Ülkenin güvenlik politikasını belirleyen belgelerin de yenileneceği belirtildi. Bunun yanı sıra Japonya'daki ABD askerleri için daha fazla ödenek ayrılacağı da açıklandı. Özetle 2. Dünya savaşı ve sonuçları unutturularak açıktan Batı, "stratejik çıkarlar" gereği her yerde olduğu gibi Japon militarizminin de gelişmesini destekliyor.
Biden'ın başkan olduktan sonra neredeyse bütün yaptığı Amerikan savaş sanayini şaha kaldırmak ve dünyada militarizmi tırmandırmak oldu. Dün ABD Dışişleri Bakanı Blinken da bölge turunun ilk durağı olan Endonezya'da benzer bir aklı sergiledi.
Çin'in bölgedeki 'saldırgan eylemlerine' karşı koymak için Hint-Pasifik'teki Amerikan askeri varlığını artırma sözü verdi. Ne için? Özgürlük içinmiş.
Militarizm ve özgürlük yana yana ne güzel. Fakat artık bu saçmalıklar gülünç olmaktan bile bir hayli uzak.
Sonuçta sizin bu toplamın üzerine çağrısını yaptığınız, bir araya getirdiğiniz "Demokrasi Zirvesi" de elbette zırva olarak anılmaya mahkumdur.