25 Kasım ve iktidarın gerçek yüzü

Cihan DENİZ yazdı —

  • 25 Kasım’da coğrafyanın dört bir yanından yansıyan görüntülerde, sadece şiddete ve ayrımcılığa karşı sokağa çıkan kadınlara yönelik şiddet vardı, nefret vardı.

Son dönemin genel trendi mücadele açısından, dayanışma açısından sembolleşmiş günlerin iktidar tarafından bir yasaklama gerekçesi yapılmasıdır. Asli işlevi insanların Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ile garanti altına alınmış haklarını ve özgürlüklerini başkalarının baskı ve engellemesi olmadan özgürce kullanmasını sağlamakken, iktidar, böylesi günleri “kamu güvenliği ve düzeni” gibi gayet soyut ve aslında bir şey ifade etmeyen ezberlenmiş klişe ifadeler ile yasaklanmaktadır.  

2021 yılı içinde iktidarın bir başka şovu ve göz boyaması olan İnsan Hakları Eylem Planı’nın sunuş toplantısında iktidarın en tepesinin ağzından dökülen “her gördüğümüz çiçeğe de su vermeyeceğiz. Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçeğe su vermek adaleti yerine getirmek olurken, dikene su vermek zulüm anlamına gelebiliyor” şeklindeki sözler iktidarın ezilenlerin, ötekilerin haklarına bakışını çok güzel özetlemektedir aslında. İktidar kendisi dışındaki herkesi “diken” olarak görmekte ve onların hakları ve özgürlükleri gibi bir derdi de yoktur. 

Ama “haksızlık” yapmayalım. İktidarın hakları ve özgürlükleri hatırladığı, bunun kullanılmasına engel olmayı bırakalım teşvik ettiği zamanlar da yok değildir. Kendi yandaşları olduğunda, LGBTİQ+ karşıtı açıkça ayrımcılık ve nefret suçu işlenen ve aslında gerçekten de iktidarın o yasaklama gerekçelerinden biri olan “başkalarının özürlüğünü” tehlikeye atan etkinlikler olduğunda iktidardan daha “özgürlükçüsü” yoktur. Bu durumlarda “haklar ve özgürlükler” iktidarın en büyük önceliğidir. 

Ama nefret ve ayrımcılığa dönük bu hoşgörü, mevzu bahis kadınlar olduğunda, ezilenler olduğunda tamamen ortadan kalkmaktadır. İşte o zaman devreye yasaklamalar girmektedir. Her türden meşruiyetten uzak bu yasaklama kararlarını tanımayanlar ise müdahaleler, gözaltı, artık sokağa taşmış işkence şeklini almış kolluk şiddeti ile bastırılmak istenmektedir. 

Bu yılki 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü de bunun bir istisnası olmadı. 

Bu 25 Kasım da, özellikle son yıllarda olduğu gibi, bizzat bugün kadına karşı şiddetin, erkek devlet şiddetinin pervasızca sergilendiği bir gün oldu. Kadına dönük erkek şiddetine karşı sokağa çıkanların erkek devletin şiddetine maruz kaldığı bir gün oldu.   

Geçmişte böylesi günlerde gerçek yüzünü gizleyen iktidar, bu yıl,  kendi karakterini en ufak bir şekilde bile olsa gizleme gereği duymadan kadınlara ve kadın mücadelesine olan nefretini tüm çıplaklığı ile ortaya koydu.

İlk önce yasaklar geldi. Coğrafyanın dört bir yanındaki valiler, kaymakamlar adeta ülkenin en büyük sorununa çare buluyormuşçasına bir birbirleriyle yarışıp 25 Kasım için yapılacak eylemleri yasaklama yarışına girdiler. Hesap kadınlara gözdağı verip eylemlerin güçlü geçmesinin engel olmaktı. 

Ama bu yasakçı zihniyet dün olduğu gibi bugün de kadın iradesine geri adım attıramadı. Kadınlar her yerde bu yasakçı zihniyeti dinlemeden sokağa çıktılar. Renkleriyle, sözleriyle, duruşlarıyla sokaklara aktılar ve her yönüyle patriarkaya dönük öfkelerini haykırdılar. 

İktidarın bu yanıtı ise her zamanki gibi oldu. 25 Kasım’da coğrafyanın dört bir yanından yansıyan görüntülerde, sadece şiddete ve ayrımcılığa karşı sokağa çıkan kadınlara yönelik şiddet vardı, nefret vardı. Yüzlerce kadın gözaltına alındı. Gözaltına alınırken ve gözaltındayken bilinçli olarak ölüme veya sakat bırakmaya sebebiyet verebilecek kadar ağır şekilde darp edildi. Çıplak aranmak istendi. Her türlü ayrımcı ve nefret söylemine maruz kaldı. 

Tüm bunlar aslında iktidarın duyduğu korkunun da bir dışavurumudur. Ve korkmakta hiç de haksız değiller. Çünkü karşılarında geri adım atmayan, sokaklardan çekilmeyen, sözünü esirgemeyen kadınların kararlı duruşu ve direnişi vardı. Ve Kadınlar,  “Jin Jiyan Azadi” ile ifadesini bulan bu kararlı ve direngen duruşları ve mücadeleleri ile aynı zamanda tüm ezilenlerin mücadelelerine de öncülük etmektedirler. Rojava’da ve bugün İran’da olduğu gibi ezilenler için gidilmesi gereken hattı ortaya koymaktadırlar. Ve bugün yaşanan iktisadi, siyasi ve toplumsal krizler karşısında her geçen gün daha da güç kaybeden iktidarın kadın mücadelesi karşısındaki korkusu tam da bu öncülüktür. Bu öncülüğün taşıdığı devrimci ve dönüştürücü güçtür.  Bu nedenle de, iktidarını sürdürmenin yolunu kadın mücadelesini bastırmakta ve toplum içinde kaybettiği hegemonik güç olma özelliğini kadın üzerindeki tahakkümünde ortaya çıkmış gedikleri yeniden tahkim etmekte görmektedir. Kadın mücadelesine geri adım attırarak iktidarını  korumanın yol ve yöntemlerini aramaktadır.  

Sonuç olarak kadınların mücadelesi, iktidarın bu noktadaki aşırı hassasiyetinin de gösterdiği gibi, onların aşil topuğu gibidir, yumuşak karnıdır. İktidarın ne pahasına olursa olsun  kendini korumaya çalıştığı bu noktadaki güçlü bir çıkış, tüm ezilenler açısından tüm bu karanlığa rağmen, aydınlık günlerin perdesini aralayacaktır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.