Anayasa nedir?

Demir ÇELİK yazdı —

  • Devlet ve iktidarlar toplumsal sözleşme diye pazarladığı Anayasa üzerinden, kendi iktidarına meşruiyet kazandırarak toplumda biat kültürünü geliştirirler. Dolayısıyla anayasa üzerinden topluma kendi zorunu dayatmış, bu zor üzerinden kendi hiyerarşikçi sistemini güvenceye almış oluyor.

Yüzyıllık Türk Ulus devlet sürecindeki tüm Anayasalar, toplumun çoklu kimliğine ve çoklu kültürel gerçeğine giydirilmek istenen deli gömleği olmuştur. Her seferinde iktidar sahipleri çıkarlarında ve kaygılarından hareketle değiştirerek lime lime ettikleri 1982 Anayasası iktidar tarafından, iktidarının ömrünü uzatma amacıyla yeniden değiştirilmek isteniyor.

Demokratik, ekolojik ve ekonomik toplum kesintiye uğramamış olsaydı ve bu temelde de insanlıktan sapma olan devlet ve iktidar ortaya çıkmamış olsaydı, Anayasa diye metinlere hiç ihtiyaç olmazdı. Toplum kendi ahlaki ve politik değerlerinin etik kurallarıyla kendi kendisini yönetiyor olacaktı. Bu sayede de eşitlikçi toplumsallık yaşanıyor, toplumsal ve siyasal istikrar da devam ediyor olacaktı. Ancak doğal ve demokratik topluma dayatılan hiyerarşikçi sistem nedeni ile toplumsal ve siyasal istikrarsızlık sürmektedir. Yaşanan bu toplumsal ve siyasal istikrarsızlık sonucu Türkiye’de çoklu kriz tüm toplumu esareti altına almış bulunuyor. Devlet ve iktidarın neden olduğu, devletleşmenin ve iktidarlaşmanın yol açtığı siyasal ve toplumsal istikrarsızlık, devletin ve iktidarın sönümlenmesi ve ortadan kalkması anına kadar yaşanmaya devam edecektir. Bu tarihsel hakikatle birlikte, o anı beklemek yerine her günü ve her anı değişimden yana mücadele ile değerlendirmek durumundayız.                                                                                                                                      

Doğal toplumu kesintiye uğratan devletli sistem, insan toplumsallığını yönetilenler ve yönetenler diye ayrıştırmış, tarihte bu iki farklı toplumsallığın mücadelesi ile şekillenmiştir. Altı bin yıldır bu iki toplumsal kesimin çelişki ve çatışmalarına sahne olan kapitalist modernitenin verili koşullarında, demokratik modernitenin toplum dinamiklerinin öz güce dayalı demokratik konfederal sistemi ete kemiğe büründükçe, devlet ve iktidarın sönümlenmesi ve ortadan kalkması da o oranda hızlanacaktır. Dolayısıyla demokratik siyaseti savunan bizlerin esasa alması gerekeni; devlet ve iktidar dışı toplumsallığı örgütlemek olmalıdır. Bu stratejik yaklaşım, yöneten ve yönetilenler arasındaki çelişki ve çatışmalara duyarsız kalamaz. Çünkü iktidar ilişkisi binlerce yıldır toplumun hücrelerine nüfuz etmiş bulunuyor. Devletli sistem devreye koyduğu ideolojik aygıtlarıyla en küçükten en büyük toplumsallığa kadar toplum kesimlerini kendi hakikatine yabancılaştırmış ve başkalaştırmış olup kapitalist modernitenin mutlak iktidarına iknâ etmiş bulunuyor. Bu nedenle demokratik konfederal sistem başarılı olsun isteniyorsa, devletli sistemin neden olduğu yabancılaştırma ve başkalaştırma zincirini parçalamak gerekmektedir. Bunun yolu da; demokratik siyasetin üçüncü çizgisi olmaktadır. Üçüncü çizgi; devletli sisteme rağmen, devletin yanı başında özgün ve özerk toplumsallığın özgüce dayalı komün ve meclislerde örgütlenmesidir. Bu tarihsel meşruiyetle hareket eden üçüncü çizgi, seçimleri ve anayasal süreçleri toplumu devletin ve iktidarın hükümranlığından kurtarmak adına değerlendirilmesi gereken süreçler olarak görür. Toplumsal eşitsizlik üreten egemenlikçi sistemde egemenlerle, ezilenler ve yönetilenler arasındaki çelişkilerin yol verdiği anayasal metinler, zorlu mücadeleler sonucu ortaya çıkmışlardır.                                                                                                                              

Üretim araçlarına, ordu, yargı, teknoloji, ekonomi, din, eğitim, siyaset, hukuk ve medyaya el koyan egemenler, topluma biati dayatırken, toplum da itiraz etme, direnme hakkını kullanır. Ezilenler devletli sistemin bu dayatmalarına karşı itiraz edip ayağa kalktıklarında, devlet ve iktidar zor aygıtlarını devreye koyarak katliam ve soykırımlar yapmıştır. Devletçi sistem her seferinde katliam ve soykırımın mümkün olamayacağından hareketle, toplumda rızalık üretmeye, kendi iktidarına toplumu iknâ etmeye çalışır. Bu amaçla kaba zor uygulamaları yanı sıra ideolojik aygıtlarıyla toplumda iktidarı benimseme, kabullenme ve egemene iknâ olmayı sağlarlar. Devlet yeni bir hafıza ve bellek oluşturarak toplumu değiştirme ve dönüştürme dinamizminde geriye savurur. Toplum bu aşamada statükocu konuma iknâ edildiği için kendisinin yararına ve çıkarına olan yeni ve özgür yaşama karşı pozisyon içinde olur. İktidarlar toplumun bu pozisyon almasını daha çok meşrulaştırılmış zor ile sağlarlar. Dolayısıyla toplum ve toplum dinamikleri ideolojik aygıtlarla sömürüye, baskıya ve hiyerarşiye razı olma, yönetilmeye ikna olmayı yaşar hale düşürülürler. Günümüzde devlet ve iktidarlar, toplum karşısında kaba fiziki güçten çok toplumsal, siyasal, kültürel ve inançsal değerleri kullanarak üstünlük sağlamaktadırlar. Yargı, ordu, polis, cezaevi vb. örgütleriyle devlet, toplumu hizaya getirmeye çalışırken, ideolojik aygıtlarıyla rıza üretmeye, yönetilmeye toplumu iknâ etmeye çalışır. İknâ etme ve rıza üretme faaliyetini devlet kesintisizce her seferinde güncelleyerek sürdürmek zorundadır. Toplumun kendi hakikati ile buluşması halinde yaşayamayacağını, ayakta kalamayacağını çok iyi bildiğinden rıza üretme fabrikası gibi çalışır.

Zor kullanarak iktidarlarını korumanın riskli olacağının farkında olduklarında, ideolojik aygıtlarıyla iktidarlarını benimsetmek ve rıza üretmek onlar için bir zorunluluktur. Devlet ve iktidarlar, toplumun yönetilmeye rızalık vermesinin ve iktidarı benimsemesinin gönüllü boyun eğmekten geçtiğini bilmektedirler. Bu nedenle boyun eğme ve biata iknâ olma hali günümüzde her boyutta ve düzeyde yaşatılmaktadır. Devlet okul, kışla ve ideolojik aygıtlarıyla toplumda oluşturduğu bu gönüllü boyun eğmeye ve iktidarı benimsemeye anayasalarla son şeklini verir. Devlet ve iktidarlar toplumsal sözleşme diye pazarladığı Anayasa üzerinden, kendi iktidarına meşruiyet kazandırarak toplumda biat kültürünü geliştirirler. Dolayısıyla anayasa üzerinden topluma kendi zorunu dayatmış, bu zor üzerinden kendi hiyerarşikçi sistemini güvenceye almış oluyor. Bu anlamda Anayasalar; devletli sistemin siyasal örgütlenmesinin hukuku gerekçesi işlevini görürler. Egemenlikçi sistem baskıyı, zulmü ve sömürüyü sadece kaba ve fiziki zorla sürdüremeyeceğini bildiğinden, kendi hukukunu ve hukuki metinlerini devreye koyar. Herkesin bu metinler karşısında eşit olduğu yalanını dile getirerek, topluma kendi hukuku karşısında boyun eğmeyi öğretilmiş çaresizlik olarak geliştirir. İnsanlıktan sapma olan devletli sistem kendi hiyerarşisine ve egemenlik ilişkisine meşruiyet kazandırmak adına bu arayış içindeyken, bizlerde demokratik siyasetin dili ile yol almak durumundayız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2023 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.