Ayasofya aldatmacası

Ahmet TURHALLI yazdı —

Ayasofya’nın tarihi: İstanbul’da yapılmış en büyük Bizans kilisesi olup, aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) adını almış, 5. yüzyıldan itibaren ise Hagia Sophia (Kutsal Hikmet) olarak adlandırılmıştır. I. Kilise İmparator Constantinos ’un (324–337) oğlu imparator Constantios (337–361) tarafından 360 yılında yaptırılmıştır. Bugünkü Ayasofya İmparator Iustinianos tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletos’lu (Milet) Isidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a yaptırılmıştır. Binanın yapımına 23 Şubat 532 tarihinde başlanmış 5 yılda tamamlanmış, 27 Aralık 537 yılında ibadete açılmıştır.

Ayasofya Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un 1453 yılındaki savaşı ile Osmanlıların eline geçmiş ve ardından da bu Kilise de camiye çevrilmiştir

Ayasofyanın Müze oluşu: Ayasofya 24 Kasım 1934’te Atatürk’ün istemi üzerine ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülerek 1 Şubat 1935’ te ziyarete açılmıştır. Atatürk’ün istemi sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürmüş ve 1947’de tamamlanmıştır. 1996’da Dünya Tarihi Eserleri İzleme listesine alınan Ayasofya’nın kubbesi ve minareleri, Dünya Anıtları Fonu’nu desteğiyle 1997-2002 arasında restore edilmiştir. Müze aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesindedir.

Tekrardan Cami olama statüsüne döndürülmesi ise Milli Nizam Partisinin lideri olan Erbakan’ın iç politika için Ayasofya’yı dillendirmesi ile gündeme girmiştir. ‘Milli Görüş’ fideliğinde yetişmiş olan Erdoğan, derin devletin delhizlerindeki planlamalar gereği rolünü oynamaya devam etmektedir.

İslam’da işgal ve zorbalıkla başkalarının ibadet yerlerini gasp etme yoktur. İbadetgahlar Kur’an ayetine göre kutsaldır. Bunun Cami, Kilise ya da Havra olması onun kutsallığını sorgulatmaz. İslam’da inanç özgürlüğü köklü bir prensiptir.

Bu prensipte iktidarlar tarafından ortadan kaldırılmış ve günlük politik çıkarlara kurban edilmiştir.

“Onlar, haksız yere, sırf, ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir”. (Hac 40)

İslam dinine göre her kesin canı, malı, namusu, dini (aklı) ve nesli kutsaldır dokunulamaz.

Hz. Ömer, Kudüs savaşından sonra Ilya (Eyle) halkına verdiği emannamede, “Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, hasta ve tüm bireylerine dokunulmayacağını, kiliselerin mesken yapılmayacağını, içerisindeki kutsal malzemelere el sürülmeyeceğini, kimsenin dininden ötürü dışlanmayacağını ve zorlanmayacağını açıkça ilan etmitir.” (Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerir, et-Taberi, Tarih’ul-Ümem ve’l-Mülûk, c. III thk. Muhammed Ebu’l-Fadl brahim, Beyrut: Daru’s Süveydân, tsz, 609-610.)

Hz Ömer (ra) Kudüs’ün anahtarlarını teslim almak için Kudüs’e ulaştığında, Patrik Sophronius onu Kilisede karşıladı.

Hz Ömer (ra) ona dönerek; “Dinimizin gereği ibadetimi yapmak mecburiyetindeyim,” dedi. “Lütfen bana on dakika izin veriniz.”

“Patrik: “Buyurunuz burası da (Kilise) Tanrı’nın evidir. Dini vecibelerinizi yerine getiriniz.”

Hz Ömer: “Benim için hiçbir sakıncası yok” dedi. “Ancak burada namaz kılarsam, ileride ‘Halife Ömer burada namaz kılmıştır’ diye İsa efendimizin kutsal mekânını camiye çevirirler. Buna müsaade edemem.” (Radi Dikici Bizans İmparatorluğu Tarihi, s. 172)

Kur’an prensipleri ve peygamberimizin uygulamaları, İktidarı din adı ile hedefleyenlerin işine yaramamış olacak ki, Hz Ömer (ra) da davranışları da onlar için ölçü olamamıştır.

İktidar İblislerinin hedefleri en fazla, saltanatlarını yerleştiren Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar döneminde ayyuka çıkmıştır. İktidarda kalmak ve işgal alanlarını genişletebilmek için her türlü cürümü işlemiş ve İslam’ın kesin bir dille yasakladığı bütün kebair günahları işlemişlerdir. İnsan öldürme, talan kültürü, eşkiyalık bu seferde İslam adına devlet olmuştur. İslam öncesi var olan ve İslam’ın kesin bir dille red ettiği kölelik ve cariyelik müessesesi bu defa İslam adına kurumlaştırılmıştır. Onlara karşı kıyam edenlerin ve zengin toprak sahiplerinin namuslarını cariyeleştirdiler, mal ve mülklerini ganimet olarak gasp ettiler, İbadetgahlarını da kendileri adına, sözüm ona camilere çevirdiler. Bu camilerde de merhamet ve sevginin kaynağı olan Allah’ın adını ve emri olan adaleti, eşitliği ve özgürlüğü değil, kendi zulümlerini ad ve ünvanlarını yücelttiler. Tıpkı bozulan Yahudiliğin Havralarında ve Hıristiyanlığın Kiliselerinde adları yüceltilen krallar ve kayzerlere benzediler. Oysa son kez ana kaynaktan gönderilen İslam’ın kaynağı ve ölçüsü Kur’an, bu tür uyarıları sıklıkla inanalara yapmıştı. Allah adına aldatanlardan, Müslümanların kendilerini muhafaza etmelerini tembihlemişti.

“Şu halde dünya hayatı sizi asla ayartmasın! Dahası aldatıcının hiçbir türü sizi Allah (adını kullanarak) ile aldatmasın!” (Fatır 5)

İşte bu ayetler iktidarlarını İslam makyajını kullanarak inşa edenlerin hakikatine vurgu yapıyordu. Yüzbinlerce insanı katledenler; Havraları, kiliselere çevirerek makyaj tazelediler. Başkalarının ülkelerini işgal edip talan edenler, Kiliseleri Camilere çevirerek milleti ve toplumları aldattılar. 21. Asırda dünyanın en büyük katili, fitnecisi, hırsızı olanlar da kendi hükümranlık alanında bulunan Camiyi ibadete açtıklarını ve bundan dolayı İslam’ın rehberleri olabileceklerini planlamaktalar. Büylelikle daha fazla işgal ve talan için insan ve maddi kaynak bulacaklarını hesapladılar. Yıllardır kendi toplumunu kandırmak için kullandıkları Ayasofya aldatmacası da son bulmuştur. Bundan sonrası tepe takla yıkım ve tükeniştir. Eldeki sermaye bitmiş ve din tüccarları iflas bayrağını yakında kaldıracaklardır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.