Beşinci Kitap
Arif ALTAN yazdı —
- Bir meydan okuma, eğrisinden doğrusuna; vicdanı harap sistemlere, ruhunu yitirmiş bir dünyaya. Dilsiz bırakılmışlara “sesin sensin” bilgisini; umudunu kaybetmiş kalplere, “çözüm sensin” kudretini aşılayan.
Avcılık hikayeleri hep avcıları yüceltecektir, aslan kükreyinceye dek. Kırpılmış bir Afrika atasözü. Tüm dikitlerde kazananların adı, tarih dediler ona. Bir egemenler ve güçlüler dizgisi. Mezar taşları sadece onların kelimeleriyle mühürlü. Ötekiler adsız, duasız, mezarsız, kimliksiz, sonu gelmez birer sessizlik. Beşinci Kitap, onların sesi. Bir parçalama girişimi. Hem de soykırım kıskacında. Kadim bir dil, unutulmuş bir gerçek, bir şiir, mezarından diriltip geçmişten getiren bir sihir. Kayıp bir halk için değil sadece, yeryüzünde direnen ve direnme takati yitik insanlık denen tüm bir şekilsiz kütle için. Çağrışımlar çağından bir diriliş ezgisi, kimsenin duymazlıktan gelemeyeceği.
Mezar taşlarına üflemiş, üstündeki yazı ve toz uçuvermiş, dibinden karanlıkta kalmış olan gün yüzüne çıkıvermiş. Mezar taşını ters çevirince söz anlamına akmış, tarih kayıp müziğini bulmuş, insan en saf dilini. Beşinci Kitap, Kürt’ün dili. Bir isyan, bir hayatta kalma direncinin ötesinde, bir hakikate varma çabası, bir ontolojik savunma: Yok sayılana karşı varlığın, unutturulana karşı hafızanın, yalana karşı hakikatin savunması. Bir halkın çıplak ayaklarıyla yürüdüğü taşlı ve dikenli yollar kadar gerçek, yabanıl ormanlarda büyüyen çocuklar kadar dayanıklı. Tehlikeli uçurumlar üzerinde yeniden kurulmuş benzersiz bir düşünce anıtı. Satır araları yalnızca sosyolojik bir sorunun değil, insanlığın onur kaybının da ifşası. Kesik dilin, burulmuş hafızanın, soyuna kırılmış kültürün. Yağma, kıyım, kan, vahşet ve bütün bu şiddet biçimlerinin ortasında bir karşı metin. Savunan, suçlayan, yargılayan ve en sonunda çözen. Bir varoluş ilanı, “buradayım” diyemeyen yangın çağlarını suskunluk içinde geçirenin.
Önce, yıkım haritasını tanımlayıcı zehir sepili kavramlar. İktidar! Kötü olana çoğalıp büyüyen kelime. Kanserden beter. Yayılan sömürünün kendisine layık bulduğu çehre; ulus-devlet! Acımasızlığına, insan dışılığına örgütlenen katı biçimler biçimsizliği. Anlam dışı, silinmiş, tek tip hayatların tabut çivisi. Uygarlık! Bu karşı metinde kutsallığından sıyrılan ilk günahkâr kavramlardan. En çok da Kürtler, uygarlık adıyla başlatılan barbarlıktan payını alan. Gelişme! Rezilliğin örtüsü, onurlandıranı. Her şeyin ‘iyi’ sanıldığı bir çağda. Gelişme, elbette! Taşınamayan yük, getirisi götürüsüyle ölçülemeyen. Bedeli! Yitik diller, kayıp kavimler, yanan köyler, kül olmuş ülkeler, talan edilen hafızalar, mezarsız cesetler…
Beşinci Kitap, bir teşhir metninin ötesinde. Sayfa sayfa bir ifşa, kapitalist modernitenin. Canavarı ve gardiyanı, görünmez cezaevi Orta Doğu’nun. Ama ifşadan fazlası. Bir nefes işte, açılan bir pencere bu görünmez zindanda. Masmavi gökyüzüne, yemyeşil halklar bahçesine. Bir model, en demokratik olanından. Çözümsüz tekçiliğe karşı, çoklukla var olabilen. Kimlikleri bastırmak yerine çoğaltan, farklılıkları tehdit görmeyip zenginlik sayan bir toplumsal yaşam mucizesi. Birey, bireyden fazla. Bir özne, en özgür olanından. Erkek değil, kadınla eş yaşama dayanan. Doğayı fethetmeyi değil, onunla uyumu esas alan. Çıkarı değil, ahlakı öncelleyen. Yalnızca Kürtler için değil, Orta Doğu, belki de bütün halklar için kurtuluşu vadeden. Ruhu bozuklar ağılı devlet yerine, bir toplum inşa eden. Herkesin günahını örten bir bayrak dikmek yerine, iyi, güzel ve doğru olanın derinliklerine kök salan.
Çocukluğun dille başlayan kopuşu. Anne, bir kopuş sembolü. Bir metafor: Tavukla civciv arasındaki o sessiz anlaşma. Kendi halkıyla bunu kuramadığını fark ettiğinde, dilden daha ağırı artık bir varoluş sorunu. Bir halk ki, önce dili ve sesi, sonra benliği de kaybolan. Benlik yitimine siyaset ne çare! Yeni bir ahlak, yeni bir incelik, yeni bir duyarlılık, yepyeni bir anlam dünyası ve onun dağarcığı. Kürdün çocuğuna ezberletilen yalnızlık yerine, hatırlayacağı bir kardeşlik isteyen. Bu yüzden önerilen model, salt Kürtlükle ilgili değil. Bu, Ermeni için de geçerli, Arap için de, Türk için de… Çünkü çözüm soyla, dinle, coğrafyayla belirlenmeyen bir aidiyet, bir eşit ve özgür yurttaşlık hukukunun inşası.
Bir alternatif. Kapitalist moderniteye karşı “demokratik modernite.” Bir karşı-duruş! Kesinlikle. Ama daha fazlası. Bir yeniden kuruluş öngörüsü. Ekonomiyi toplumsal ihtiyaçla, ekolojiyi doğanın dengesine saygıyla, kadın özgürlüğünü yeni yaşamın omurgasıyla tanımlayan. Ve her şeyden önemlisi, bir öz-savunma, şiddetin üretilmiş biçimlerini gereksiz kılan. Çünkü ona göre şiddet yalnızca bir yöntem değil, barbarlığın ta kendisi, uygarlık ismine sığdırılan. O yüzden kesintisiz bir mücadeledir farz olan. Bir yüzleşme, bir arınma; günahlardan, tüm kötülüklerden, bütün yalanlardan. Bir halkın diliyle, kültürüyle, tarihiyle yeniden doğma çabası bu duyarlıktan. Kürdün de, insanlığın da tüm sınavı buradan başlar, yokluğun coğrafyasından.
Bir ülke, bir halk meselesi, ama bir coğrafi sorun olmayan ve bunu yüzyıllar öncesinden aşan. Beşinci Kitap’ta dağlar konuşmaz, dağların arasındaki sessizliktir konuşan. Kayalıklara çarpıp dönen hür kuşların kanat sesleri gibi, mağaraların derinliklerine düşen su damlaların sesi gibi. Öyle bir ses ki bir halkı, dile getiremediği travmalarla dolu karabasanlarından uyandıran. Uçurumları, vadilerin huzurlu rüyalarıyla; dağları, dipsiz kanyonların müziğiyle buluşturan. Bir iktidar oyunu olmaktan çıkaran, siyaseti, bir toplumsal şiire doğru havalandıran. Çok dilli, çok kimlikli, çok sesli bir masalın kanatlarında uçuran.
Soykırım kıskacında bir “Demokratik Ulus” felsefesi! Bu, şiirselliğin teorisidir. Bilimsel bir çözüm önerisi, bir etik-estetik bildiri. Devletlerin kabalıkla, yıkımla inşa ettiği her şeye karşı, incelikle örülmüş bir ortak yaşam hayali. Kürt’ün Türk’e, Ermeni’nin Arap’a, kadının erkeğe, doğanın insana ‘yerini’ hatırlattığı bir yaşam bahçesi: Ne üst ne alt, yan yana…
İşte beşinci sırrın bütün özeti. Bir analiz ve sonra bir model, ama daha çok bir armağan; kimliğini yitirmiş coğrafyalara, hafızasını yitirmiş halklara. Bir meydan okuma, eğrisinden doğrusuna; vicdanı harap sistemlere, ruhunu yitirmiş bir dünyaya. Dilsiz bırakılmışlara “sesin sensin” bilgisini; umudunu kaybetmiş kalplere, “çözüm sensin” kudretini aşılayan.
O geçmişten geldi, biz geçmişe gidelim, o baştan sona, biz sondan başa yol alalım, son kitaptan ilk kitaba… Bıraktığı izler sürükler muhakkak, eriştirir en sonunda, insana yitirdiğini geri sunan bir anlam deryasına.