Ceberut devletin alıngan yüzü

Cihan DENİZ yazdı —

  • Deprem, iktidarın yüzüne taktığı tüm o sahte maskeleri yerle bir etti. Devletin güçlü, muktedir olma imajının ne kadar da altının boş olduğunu gördük.

Devletin kaç yüzü vardır? Bunun cevabı nereden bakıldığına, bu soruyu soran öznenin kimliğine bağlı olarak değişir. Herkes kendi kimliğine, duruşuna göre devletin farklı bir yüzü ile karşılaşır. Farklı bir devleti karşısında görür.

Eğer egemen sınıftan geliyorsanız, iktidar çevresinde öbeklenmiş gruplara mensupsanız devlet size karşı çok cömerttir. Size karşı alıcı değil vericidir. Sizin daha zenginleşmenizi, daha çok kazanmanızı ister, bunun için çalışır, çalıştırır. Ayrıca devlet size karşı her zaman yumuşak yüzünü sergiler. Çok bağışlayıcıdır. Sizin yargılanıp ceza almanıza, cezaevinde uzun süre kalmanıza asla gönlü elvermez.

Devlet aynı zamanda bu kesimlere karşı hiç kimseye olmadığı kadar hoşgörülüdür de.  Eğer ağzınızı her açtığınızda farklı kültürden, inançtan insanlara karşı nefret kusuyorsanız, cinsiyetler ve cinsel farklılıklara karşı her ortamda adeta soykırım çağrısı yapıyorsanız, muhalifleri hedef alıyorsanız devlet size karşı çok özgürlükçüdür. Asla sizin düşüncenizi ifade etmenize, örgütlenmenize engel olmaz, eylem yaparsanız kesinlikle müdahale etmez, tersine sizi korur, size destek olur.

Ama iktidarın sınırlarını çizdiği alanın dışındaysanız siz asla devletin bu yüzlerini göremezsiniz. Size karşı devlet ne cömerttir, ne bağışlayıcıdır, ne hoşgörülüdür ne de özgürlükçüdür.

Emekçiyseniz, farklı bir kimlikten veya inançtan geliyorsanız; gençseniz, kadınsanız, cinsel yöneliminiz dayatılan kalıpların ötesindeyse yani toplumun ezilenlerindenseniz, hele de aynı zamanda bu ezilmişlik halini kabullenmeyip buna karşı mücadele ediyorsanız sizin karşınızdaki devlet her zaman ceberuttur, dayatmacıdır. Kendi dışında ne bir söze ne bir eyleme tahammülü vardır. Asla bağışlayıcı değildir, tersine kindardır; ne attığınız tek adımı ne de ağzınızdan çıkan tek bir sözcüğü unutmaz. O kadar ki şu son yaşadığımız deprem afetinin ortasında bile, yapılan eleştirilere cevabı defter tuttuklarını ve zamanı geldiğinde bunların hesabını soracaklarını söylemek olmuştur. Bırakın ezilenlere karşı cömert olmayı, yandaşlarının daha da zenginleşmesi için ezilenlerin cebinde kalmış son kuruşa göz dikerler.

Bu zaten bu coğrafyanın ezilenleri açısından çok bilindik, her gün bizzat yaşanarak kafalarına kazınmış bir hikayedir. Evet, iktidarın bu ve benzeri  yüzlerini çok görmüştük. Ama bir yüzü daha varmış; işte onunla bu deprem ve sonrasında yaşananlar ile tanıştık. Tek bir sözle bölünme, parçalanma paranoyasına kapılan iktidar, aynı zamanda çok da “alıngan” bir karaktere sahipmiş.

Bu alınganlık içinde deprem sürecinde iktidar sözcülerinin, yandaş medyanın ve sosyal medya trollerinin ağzından en çok duyduğumuz sözlerden biridir, “devleti aciz göstermek.” Deprem bölgesinde sayısını hesaplamaya cesaret edemeyeceğimiz kadar insan enkaz altındayken, on binlerce insan en temel ihtiyaçlarından mahrum bir şekilde yardım beklerken, iktidar ve çevresindekiler bunlardan çok acizmiş gibi gösterilmekten rahatsız olmaktadır. Toplumun devletten, iktidardan bir şey beklemeden depremin yaralarını sarmak için çok hızlı bir şekilde harekete geçmesini, bu coğrafyanın dört bir köşesinde depremzedeler için yardım toplanıp bunların deprem bölgesine hızlıca gönderilmesini devlet büyük bir “alınganlık” ile kendisini aciz gösterme olarak değerlendirmekte ve bunları yapanları da hedef almaktadır. Topladıkları malzemelere el koymaktadır. Dahası, yardım toplayanları bugün “devleti aciz gösterme” gibi trajik komik bir gerekçe ile iblisleştirenlerin, dün farklı iktidarlar tarafından kurban bayramlarında deri topladıkları için baskıya uğramış kesimler olması, Türkiye siyasi tarihinin artık alıştığımız ironilerinden biri olsa gerek. 

Şu son deprem gibi, çok geniş bir alanı etkilemiş deprem sonrasında, devletin gösterdiği bu “alınganlık”  aslında çok şey anlatmaktadır. Bu alınganlık aslında suçüstü yakalanmış olmaya verilen bir tepkidir. Çünkü deprem, iktidarın yüzüne taktığı tüm o sahte maskeleri yerle bir etti. Devletin güçlü, muktedir olma imajının ne kadar da altı boş olduğunu gördük. Daha önemlisi iktidarın ezilenlere karşı bakışına bir kez daha en çıplak hali ile şahit olduk. Özcesi, iktidar halklar ve ezilenler karşısında bu şekilde çıplak bir şekilde yakalanmış olmanın “alınganlığını” göstermektedir.  Ama bunu da bir mahcubiyetle değil, tam tersine gayet saldırgan bir şekilde yapmaktadır. 

O yüzden maalesef mesele “eğer devlet devlet olsaydı, bunları yaşamazdık” değildir. Çünkü devlet tam da devlet olduğu için biz bunları yaşıyoruz.  Öyle olduğu için bazıları zenginleşirken, bazıları yoksulluğa ve sömürüye mahkum edilir. Öyle olduğu için bazılarının çıkarları hatta yaşamları ezilenlerinkinden üstün tutulur. Devlet ezilenlere bir yüzünü gösterir, ezenlere başka bir yüzünü gösterir. Ve bu iki yüz asla aynı olamaz.

Bu nedenle de önemli olan devletten bize ezenlere gösterdiği yüzünü göstermesini istemek değil; istesek de bunu asla bize göstermez. Doğası gereği bunu yapamaz.

Ancak çok olmasa da bazı zamanlarda devlet gerçek yüzünü gizleyip alışık olmadığımız yüzü ile karşımıza çıkarsa, bu bizi sevdiği veya bizi düşündüğü için değil, tam tersine, ezilenlerin mücadelesi ve direnişi sonucu buna mecbur kaldığı içindir.

Dolayısıyla önemli olan, devletten bir şey beklemek, sorunların çözümünün adresi olarak devleti görmek değildir. Zaten iktidarlar da ezilenlerden tam da bunu bekler; asla gerçekleşemeyecek olsa da, hep bir beklenti hali içinde olma ve bundan asla vazgeçmeme. Tersine çıkış ise, depremin yarattığı yıkım karşısında toplumun içinde ortaya çıkan özerk dayanışma ağlarına devletin gösterdiği tepkiden de görüldüğü gibi, sistemin bu edilgen toplum anlayışını yıkmak ve toplumun kendi için kuracağı ağlar ve örgütlülük ile insanları kendi sorunlarının öznesi haline gelmesini başarabilmektir.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.