Demokratik konfederal komünalizm hakkında (1)
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Benim anladığıma göre, komünal örgütlenme hem devrime yürüyüş, hem de komünal toplumu devrime yürürken inşa etme sürecidir.
Devrimci ahlak, emeğe saygı gerektirir. Şu anda önümüzde çeyrek asırdır zindan koşullarında Başkan Apo'nun formüle ettiği, bir çoğumuzu şaşırtan sistematik yeni teorileri var. Bu teoriler ne Apoculara bir "talimattır", ne de Apocu olmayanlara bir dayatmadır. Durgun, dogmatik düşünce hayatımıza yapılmış, büyük bir itirazdır. O halde önce bu itirazı anlamak için çaba harcamak gerekir. Eğer düşüncelerimizin donup kalmış olduğunun farkındaysak.
Ben bu yazılarda Başkan Apo'nun yeni teorik önermelerini şimdilik nasıl anladığımı yazacağım. Yani sizlere "Başkan tam da benim anladığım gibi düşünüyor" demek aklımın ucundan bile geçmez. O halde anladığımı anlatmaya başlayayım:
1917 yılında Lenin ünlü Nisan Tezleri'nde Marksist devrim stratejisini "feodal emperyalist Rusya" kapitalizminin somut koşullarında yeni bir aşamaya yükseltti. Burjuva demokratik Şubat devriminden "kesintisiz" bir süreçle sosyalist devrime geçiş sürecini formüle etti. Marksın "Paris Komünü proletarya diktatörlüğüdür" görüşü temelinde "demokratik merkeziyetçi" yeni bir devlet teorisi yarattı.
Leninist devrim ve devlet teorisi böylece 20. yüzyılın başlarında var olan kapitalizm koşullarında ve devrimci süreç pratiğinde ortaya çıktı. Reel sosyalizmin dağılmasına kadar geçen tarihsel dönem boyunca bir çok devrim ve sınıf mücadelesi süreçlerine yol gösterdi.
Reel sosyalizmin dağılması bu Marksist-Leninist devrim ve devlet teorisini yeni dünya koşullarında diyalektik materyalizmin emrettiği eleştirel bir yöntemle gözden geçirmeyi zorunlu kıldı.
Başkan Apo, böyle bir eleştirel gözden geçirme sürecinin sonucunda, benim kişisel görüşüme göre "Demokratik konfederal komünalizm" diyebileceğim yeni bir devlet ve devrim teorisi inşa etti.
Ben bu yazıda söz konusu teoriyi bütün yönleriyle ele alacak ölçüde kavradığımı iddia edecek değilim. Kendi bakış açımdan anlayabildiğim kimi önemli noktalarda kendi düşüncelerimi dile getireceğim. Bu yazıda yeni devlet ve devrim teorisinin "merkeziyetçiliğin" alternatifi olduğu düşüncesi ele alınacak.
Başkan Apo, yalnız kitlelerin değil, bireyin, özellikle kadın bireyin özgür iradesini bir "yönetici erkek azınlığın" iradesine ikame eden burjuva ve işçi temelli "merkezi ulus devlet"i, hatta bana göre "merkezi (ve özünde ulus temelli) örgüt"ü eleştirmiştir. Bununla her türlü devlet ve örgütü reddetmemiş, kaçınılmazlıkla oligarşik yapılara dönüşen "merkezleri" komünlerin kararlarını "koordine eden" birer "eşgüdüm" komitesine indirgeyen "demokratik konfederal komünalizm" görüşünü geliştirmiştir.
Konumuzun bir yanına eğilelim:
Şu soru bu yeni devrim ve devlet teorisinde, görüşüme göre kilit önem taşıyor? "İnsan kendi tarihini kendi özgür iradesiyle nasıl yapar?" Bir başka ifadeyle "insan toplumu demokratik, ahlaki politik topluma nasıl dönüşür?"
Bugüne kadar varolan bütün felsefi, sosyolojik ve politik akımlar bu soruyu yanıtlamaya çalıştı. Biz Marksistler bu soruyu "insan kendi özgür iradesiyle kendi tarihini kapitalizme son verecek olan devrimle yapmaya başlar" yanıtını verdik. Bu anlayış "devrimci durumla" sömürüye karşı ayaklanacak olan "eski insanın" burjuva devletini yıkmasını, "proletarya diktatörlüğünü" kurmasını, sosyalizm kuruculuğu sürecinde "yeni insana" dönüşmesini öngörüyordu.
"Yeni insan" nedir? İnsan kollektifiyle ve ekolojik sistemle, kendi kendisiyle, kendi cinsiyeti ve karşı cinsiyetle barışık özgür bireydir.
Dinlerin de komünist ütopiklerin de, bilimsel komünistlerin de "yeni insan" ideali hiç biri tarafından gerçekleştirilemedi. "İyi insan ol, çalma, sömürme, öldürme" vaazı, ölümden sonra ya da yaşarken "cennet" ya da "komünizm" vaadine rağmen iyi insanı yaratamadı.
Sosyalist devrim, "yeni insanların" öncülüğünde "eski insanlara" dayanarak, örneğin "on gün içinde" burjuva devlet aygıtını yıkabilir, bir kaç ay ya da yıl içinde kapitalist mülkiyete son verebilir, eskinin "beneklerini" taşıyan insan toplumunu ise "yeni", yani demokratik, ahlaki, politik topluma aynı süreler içinde dönüştürebilir mi? Tarihsel tecrübe bunun mümkün olmadığını gösterdi. Devrimden önce, toplumun en küçük hücresinde, komün geleneklerini "demokratik modernite" temelinde canlandırarak, kesintisiz bir devrimci mücadeleyle "yeni insan toplumunu" adım adım inşa etmedikçe, "ansızın" gerçekleşen devrimlerden sonra merkeziyetçi devlet iktidarlarında "yeni insanın" inşasını beklemek tarih tarafından doğrulanmamıştır.
Merkeziyetçi devlet ve parti, azınlıkta olan "öncü" gücün komünist amaçlı egemenlik aracıdır. Bu öncünün amaç ve niyetleri ne kadar "halkçı" olursa olsun, bu amaç ve niyetini hayata geçirmek için "merkezi iktidara" ihtiyacı vardır. Bu azınlıktaki öncü, iktidarını hem "eski toplumun beneklerine", "eski insanın" devrim heyecanı geçtikten sonra geçmişin kuvvetli alışkanlık ve geleneklerine dönmesine, yıktığı kapitalist toplumdan miras edindiği bencilliğe, kör inançlarına karşı, aynı zamanda kapitalist kuşatmaya, sabotajlara, casuslara ve ülkeyi tehdit eden emperyalist savaşlara karşı merkezi devletteki egemenliğini sürekli güçlendirmek zorundadır. Bu güçlendirmeyi başardığı zaman, işte o zaman bu "öncü yeni insanlar" ve onların partisi adım adım devletle bütünleşir, azınlıktaki "öncü", "yönetici azınlığa", giderek "bürokrasiye" dönüşür. Merkeziyetçilik daha fazla merkeziyetçilik doğurur ve sonuçta kendi "yeni insan" yaratma amacına yabancılaşır, halkı partiyi ve devlet iktidarını destekleyenler dışında örgütsüzleştirir, partiyi desteklemenin imtiyazları yüzümden, destekleyenlerin önemli bir kesimi bunu çıkar amaçlı yapar ve böylece merkeziyetçi öncü, demokratik, ahlaki politik toplum amacından uzaklaşır.
Başkan Apo'nun reel sosyalizm eleştirisinden benim çıkardığım sonuç böyledir.
Konuya devam edersek. Devrimle burjuva merkeziyetçi devleti yıkıp, sosyalist merkeziyetçi (buna "iktidarcı" da deniyor) devlet kurmak, devrim öncesinde de benzer sonuçlara yol açtı. Merkezi devlete karşı mücadele eden bütün sendikal ve politik devrimci örgütler, spontane, merkezi olmayan isyanların yenilgisinden hareketle "merkeziyetçiliğe" sımsıkı sarıldılar. Nasıl ki, merkeziyetçi öncünün yönetiminde işçi sınıfı ve halk kitleleri örneğin Ekim devriminde tarihi bakımdan devrimci bir rol oynadıysa, merkezi sendika ve partilerin öncülüğünde işçi sınıfı ve halk kitleleri kapitalist sömürüye ve devlet baskısına karşı tarih boyunca büyük bir rol oynadı. Merkezi sendikalalar ve merkezi partiler olmasaydı, bu sınıf mücadeleleri sömürüyü geriletmede ve demokrasiyi kazanmada en küçük bir sonuç bile alamazdı.
Bu açıdan bakarsak: PKK kurulduğu ilk günden merkeziyetçi bir parti olarak doğdu. Merkezi yapıya sahip PKK olmasaydı, tüm Kürdistan tarihinin gösterdiği gibi, Kürt halkı, hiç bir anayasal zemine dayanmasa da, "varlığını" Türk devletine fiilen kabul ettiremez ve şu anda devleti "demokratikleşmeye" zorlayan aşamaya gelemezdi.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, Başkan Apo devrimci sürecin "birinci aşamasında" gerek sınıf mücadelelerinin, gerekse ulusal kurtuluş mücadelelerinin "merkezi örgütlerin öncülüğünden" dolayı "yanlış" yaptığı sonucuna varmıyor. "İkinci aşamada" merkeziyetçiliğin sonuçlarını eleştiriyor ve buna karşı kendi "demokratik konfederal komünalizm" çözümünü öne sürüyor.
"İkinci aşama" merkezi örgütlerin öncülüğünde devlet baskısını geriletmeyi, çözülecek sorunu çözmenin önündeki engelleri ortadan kaldırmayı sağladıktan sonra, "merkeziyetçi" olmayan "komünleşmeye" geçiştir. Bu aşamada artık merkeziyetçi örgütler tedrici olarak ömürlerini dolduracak, yerlerini, merkeziyetçi devletin ve merkeziyetçi örgütlerin "demokratik ve devrimci alternatifi" olan komünlere bırakacak.
"Demokratik konfederal komünalizmi" Marks-Engels döneminde burjuva demokratik devrimini sosyalist devrimin izleyeceği görüşünün günümüz dünyasında yeni bir aşamaya yükselten devrimci strateji olarak da yorumluyorum. Bir ülkede demokrasi yoksa, merkezi devlet iktidarına, merkezi devrimci örgütlerin öncülüğünde sınıf mücadelesinin bütün yöntemleriyle mücadele edilir. Demokrasi koşullarında ise "devrimci merkeziyetçiliğin" yerini merkezi devleti kuşatacak olan "komünal örgütlenme" alacak.
Benim anladığıma göre, komünal örgütlenme hem devrime yürüyüş, hem de komünal toplumu devrime yürürken inşa etme sürecidir.
Fırsat bulabilirsem gelecek yazımın muhtemel konusu "komünalizm neden gerçekçi bir teoridir?" sorusuna yanıt vermeye çalışacağım.