Faşist rejimde parlamentarizm karşı-devrimci bir alışkanlıktır 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Faşizmi yıkmak temel meseledir. O zaman “faşizm nasıl yıkılır? Parlamenter dille konuşmaktan vazgeçtiğimize göre, bu sorunun cevabı da “anti-faşist devrimdir”. Sorular soruları doğurur. “Devrimdir” demek yetmez. Üçüncü soru cevap bekler: “Anti-faşist devrim nasıl gerçekleşir?”

Parlamentarist dille konuşmaya alıştık. “Devrim” der demez frene basıyoruz. “Ergen ağzıyla konuşmuş” gibi oluyoruz. Etrafta devrim filan göremiyoruz.

Oysa Türkiye’nin sınırları içinde ve hemen ötesinde Kürt halkının öncülüğünde silahlı bir devrimci süreç olanca karmaşıklığı ile yaşanıyor.

Böyle olunca ister legal olsun, ister illegal, ister silahsız olsun, ister silahlı bütün devrimci muhalefetin politik çizgisi tek bir soruya yanıt vermek zorunda: Yaşadığımız devrimci sürecin çıkarı ne yapmamızı zorunlu kılıyor?

Bu soru dışında hiçbir sorunun zerre kadar önemi yoktur. Ve bu soruya cevap vermek yerine teferruatla vakit geçirmek yalnız yanlış değil, devrimci sürece sırt çevirmektir.

O halde günümüzün temel sorusunu soralım ve cevap arayalım: “devrimci sürecin çıkarı şu anda ne yapmamızı zorunlu kılıyor?”

Faşist rejimi yıkmayı zorunlu kılıyor.

Parlamenter gözlükle baktığın zaman başka cevaplar verebilirsin; “eğer seçim olursa…” diye başlayabilir, Kürdistan’da faşizmi siler süpürürüz, TBMM’ye 100 vekille gireriz diye bitirebilirsin. Ya da “eğer Erdoğan yeniden çözüme yönelirse, onunla uzlaşırız…” diye başlayabilir, onu seçimde destekleyip ana dilde eğitim hakkımızı alabiliriz diye bitirebilirsin.”

Allah’a hamdolsun ki, Kürt halkı bu türden “uzlaşma” masallarına karşı şerbetli. “Eğer” kelimesiyle başlayan nutuklara karnı tok. O “eğer şöyle olursa böyle olur” laflarına bakmıyor, “şimdi ne oluyor” diye soruyor. Ve gereğinin yerine getirilmesini istiyor.

Şimdi olan faşizmdir. Kürt halkının dört parçadaki kazanımlarına soykırımcı saldırıdır. Daha stratejik olarak, Ortadoğu’da Konfederalist devrimci süreci boğmak ve Türkiye’yi kullanarak Güney Kürdistan da içinde Irak’ı, mümkünse İran’ı, Afganistan ve Pakistan’ı, Kırgızistan ve Tacikistan’ı, Yeni soğuk savaşa hazırlama sürecidir. O yeni soğuk savaş, birbirleriyle pazarları paylaşma rekabeti içinde bulunan küresel devletleri, yani ABD ve AB ile Çin ve Rusya’yı doğrudan savaşa götürmez, nükleer denge buna izin vermez, ama bölgesel devletler, tıpkı Ortadoğu savaşında olduğu gibi birbirine girer. Ve Türkiye’nin burnunu soktuğu bu bölgede bölgesel bir savaş, Ortadoğu’da yaşanan savaştan kıyaslanmaz ölçüde tehlikelidir. Pakistan nükleer bir devlettir. Tarihsel düşmanı Hindistan nükleer bir devlettir. İran bir yıla kalmaz nükleer bir devlet olacaktır. Ve bu durumda Erdoğan “onların atom bombası olacak da bizim olmayacak mı?” diyerek Nükleer Santralların gölgesinde uranyum zenginleştirmeye başlayacaktır.

Bu gidiş, “Üçüncü Dünya savaşının” bölgesel devletler arasında “nükleer savaşa” evrilme potansiyelini taşıyor.

Bu durumda çoktan beri “bölgesel devrimci bir güç” olan Kürt özgürlük hareketinin öncülüğündeki devrimci sürecin çıkarı her şeyden önce Türkiye’de faşist rejime son vermeyi, Erdoğan diktatörlüğünü yıkmayı hem zorunlu, hem de mümkün kılıyor. Faşist rejim yıkıldığı zaman hem küresel güçlerin yeni soğuk savaşta Türkiye’yi stratejik bir güç olarak kullanma politikası ağır bir darbe alır, hem de Türk devletinin Kürdistan’ın kazanımlarına ve bölgesel konfederal devrimci sürece karşı saldırısı kırılır, devrimci değişimlerin önü açılır.

Faşizmi yıkmak temel meseledir.

O halde sorulacak ikinci soru, “faşizm nasıl yıkılır?” sorusudur.

Parlamenter dille konuşmaktan vazgeçtiğimize göre, bu sorunun cevabı da “anti-faşist devrimdir”.

Sorular soruları doğurur. “Devrimdir” demek yetmez. Üçüncü soru cevap bekler: “Anti-faşist devrim nasıl gerçekleşir?”

“Devrim” stratejiktir. Ama devrimin nasıl gerçekleşeceği sorusu, bir dizi taktik planı gerektirir.

Devrimci sürecin önündeki en büyük engel TBMM’deki sistem içi muhalefet partilerinin izlediği politikadır. Devrimci güncel görev, bu partileri kendi tabanlarından “tecrit” etmektir. Politik bakımdan aktif nüfusun çoğunluğunu kazanmadan devrim olmaz. (Seçimde nüfusun çoğunluğunu, devrimci süreçte ise nüfusun politik bakımdan aktif olan çoğunluğunu kazanmak esastır.) Yani Kürdistan’ın devrimci olması faşist rejimi yıkmaya yetmez. CHP’nin, İyi Parti’nin, Deva’nın, Gelecek’in tabanındaki rejime muhalif kitleleri, bu partilerin yönetimlerine rağmen harekete geçirmek şarttır.

Kuşkusuz bu kitle “devrimci” atılıma hazır değildir. Onları “devrime” çağırmanın zamanı gelmemiştir. Ama onları devrimci sürece hazırlamanın yolu vardır. Aklı başında bir hareket bu kitleleri “kendi partilerine düşman etmeye” çalışmaz. Dil devirme konusunda sert, kitleyi kazanma konusunda esnek olmalıdır. Özetle bu kitlelere “partilerinizi faşist rejime destek vermekten vaz geçirin” demeliyiz. Partilerinizi “Erdoğan ve bakanları istifaya zorlamaya, geçici bir hükümet vasıtasıyla erken seçime gitmeye, olmuyorsa TBMM’den çekilmeye ve milyonlarca insanı ‘Erdoğan istifa, geçici hükümet ve erken seçim’ sloganıyla alanlara çıkmaya” ikna edin diyerek uyarmalıyız.

Bu taktik planı HDP, onun bileşeni sosyalist partiler, TİP, Sol Parti Millet İttifakının tabanına neden teklif etmiyor? Onlara neden yol göstermiyor?

Bu partiler faşist diktatörlüğe hangi taktik planla son vermekten söz ediyor?

Artık konuşma zamanıdır.

Zaman daralıyor. Şimdi izole bir faşizmle karşı karşıyayız. Yarın NATO’nun, AB’nin desteklediği faşizmle karşı karşıya geleceğiz.

Olur mu, demeyin sakın. NATO ve Batı İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar faşizmiyle kırt yıl boyunca can ciğer kuzu sarmasıydı. Unutmayın.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.