Gelin canlar bir olalım! 

Demir ÇELİK yazdı —

  • Türk ulus devleti, bizi öylesine hakikatimizden uzaklaştırmış ki, talebin haklı ve meşru olmasından çok, kim tarafından dile getirildiği, kimler tarafından sahiplenildiği, biz Aleviler için daha önemli olmaya başlayan bir durumdur.

Fransa’nın başkenti Paris’te 23 Aralık’ta bir katliam yaşandı. Kürt Toplum Merkezi ve yakında bulunan Kürt iş yerlerine dönük saldırılar sonucu KCK Yürütme Konseyi Üyesi Emine Kara (Evîn Goyî) ile Mîr Perwer (Mehmet Şirin Aydın) ve Abdurrahman Kızıl yaşamını yitirmiş, biri ağır olmak üzere yaralananlar olmuştu. 9 Ocak 2013 Paris katliamını aydınlatmayan, aksine üzerini kapatan, faili ve karar verici Türk devletini koruyan Fransa’nın bu tavrından cesaret alan Türk istihbaratı bir kez daha gündüz gözü ile Kürt katliamı gerçekleştirmiştir. 9 Ocak katliamında Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Saylemez’i katleden bu faşist ve ırkçı zihniyet Rojava Devrimi’nin kadın öncülerinden Evîn’i (Emine Kara) hedef alınmış, o anda ortamda hazır bulunan Mir Perwer ile Abdurrahman Kızıl katledilmişlerdir. Maraş ve Roboski katliamlarının yıl dönümlerine denk getirilen bu katliam, dünyanın neresinde Kürtler adına bir kazanım ve örgütlülük varsa ortadan kaldırılmalı, yok edilmeli anlayışıyla hareket eden inkarcı ve katliamcı zihniyetin işi olduğu açıktır.

Rojava ve Başûr’u işgale etmek isteyen, 21.nci yüzyılda Kürtlere yeniden soykırım yaşatmak isteyen bu zihniyet dur durak bilmiyor. Katliam, soykırım ve asimilasyon dışında halklara ve inançlara bir şey vermeyen ırkçı faşist zihniyet 23 Aralık’ta bizden üç canımızı daha kopardı. Katliam sonrası Fransa hükümet adına açıklama yapan yetkililerin soruna sıradan yaklaşmaları nedeni ile Paris Kürt Toplum Merkezi’ nde katliam ve failleri açığa çıkarılması amacıyla nöbet eylemi gerçekleştirilmiştir. Nöbetine katılanları farklı ülkelerden Kürtler ve dostları, Fransa’dan siyasetçiler, gazeteciler ve aydınlarla birlikte Mezopotamya’nın kadim inançlardan temsilciler, dini çevrelerden insanlar ziyaret etmekte, dayanışma duygularını dile getirmektedirler. Farklı siyasi partilerden milletvekilleri ve önemli sayıda seçilmiş insanların ziyaretleri esnasında eylemin amacı, katliam ve soykırımın nedenleri ve sonuçları üzerine bilgilendirme yapılmakta, toplumsal ve siyasal duyarlılık oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Vahşi barbar DAİŞ çetelerine karşı Kürtlerin ödediği bedelin karşılığı bu olmamalı yönlü uyarı ve ikazlar devam etse de Avrupa’ da yaşayan biz Alevilerde katliama karşı güçlü bir itiraz gelişmediği gibi nöbet eylemine dönük dayanışmada da gerekli duyarlılık gösterilememiştir. Halbuki Kürt kızları ve Kürt gençlerinin destansı mücadelesi ile DAİŞ yenilgiye uğratılmamış olunsaydı en büyük tehlikeyi biz Alevilerin yaşayacağı açıktır. 

Mezopotamya’nın kadim inançlarından Aleviler tarih boyunca; “Zalime Karşı Mazlumdan Yana” olmanın düsturu gereği herkesten ve her kesimden çok, haklı ve meşru bu nöbet eylemine gerekli duyarlılığı göstermeliydiler. “Yetmiş İki Millete Bir Nazardan Bakan” Alevilerin, herkesten çok bu eyleme sahip çıkması beklenendi. Tarihin önceki katliamlarını bir yana bıraksak bile, Emevi iktidarından bu yana birçok kez soykırıma uğrayan, onlarca kez  katliam yaşayan Alevilerin, nöbet eyleminde yerini alması, dayanışma göstermeleri işin doğası gereğiydi. Ancak ulus devletin milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi zihniyetinin biz Alevileri başkalaştırmış olması nedeni ile meşru, haklı ve demokratik haklar karşısında bile duyarsız kalabiliyor, insani ve vicdani sorumluluklarımızdan imtina ediyoruz.

Türk ulus devleti, bizi öylesine hakikatimizden uzaklaştırmış ki, talebin haklı ve meşru olmasından çok, kim tarafından dile getirildiği, kimler tarafından sahiplenildiği, biz Aleviler için daha önemli olmaya başlayan bir durumdur. Mazlum olmasından, yetmiş iki milletten biri olmasından çok, devletin ve iktidar sahiplerinin soruna yaklaşımı ve öncelikleri Aleviler için önemli olmaktadır. “Bana Dokunmayan Yılan Bin Yıl Yaşasın” anlayışıyla hareket ettiğimizden, sürece kendine göreci ve keyfi davranmaktayız. İnkârcı, katliamcı ve asimilasyoncu ulus devlet sadece Kürtlere değil biz Alevilerinde varlığını, haklarını inkâr etmeye devam ediyor. Türk ulus devleti yaşadığımız onca travmaya rağmen Alevileri inkâr ediyor. Çocuklarımızı zorunlu din derslerine tabi tutuyor. Cemevi statüsünü ret ediyor. Karakollardan ezanı dayatıyor. Alevileri tehdit ediyor. Alevilerin inancını ve inanç hakikatini inkâr ediyor. Bütün bu hakikate rağmen ne zamana kadar bu katliamcı zihniyete karşı sessiz kalacağız. İnkâr edip katliamlara tabii tutuğu Kürtler inancımız gereğince mazlum ve mağdurdur. Mezopotamya coğrafyasında binlerce yıl çokluk içinde birliği yaşamış, “El ele. El Hakka” diyerek her tür iktidar ve hiyerarşiyi ret etmiş inancımızın tarihsel hakikati ile ne zaman mazluma yaklaşacağız? Efrin’i işgal ettiğinde halklar üzerine saldırttığı çeteler öncelikle Alevilerin kutsallarına saldırdığını ne kadar da erken unutuyoruz.

“Cümle Canla İkrarlıyız.” diyen inancımızın eşitlikçi, ortaklaşmacı anlayışına rağmen ne zaman bir birimizin etnik kimliğine, rengine, siyasi düşüncesine bakmak yerine bir olmanın, iri olmanın ve diri olmanın gereği ile hareket edeceğiz?
“Bir Lokma, Bir Hırka Bana Yeter” diyen yol önderlerimizin dayanışma, paylaşma ve ortaklaşma değerlerini ne zaman yaşamımızın parçası haline getireceğiz?

“Bin Defa Mazlum Olsak ta, Bir Kere Zalim Olmayacağız !” diyen Hz. Hüseyin’ın sözü gereği tarafımız devlet, iktidar ve çıkar sahiplerinin tarafı değil, mazlum halkların ve insanların tarafı olmalıdır. Biz mazlum ve mağdur halklar, ezilen yoksul toplum kesimleri, zulme ve katliama uğrayan inanç ve düşünce sahipleri olarak bir kez olsun birbirimize güvendiğimizde ve inandığımızda hep beraber yaşanır bir dünya yarattığımızın farkına varmış olacağız. Şimdi bu umudu yeşertmeye, dili, kimliği, kültürü, düşüncesi, rengi, cinsi ve inancının sorgulanmadığı özgür geleceği birlikte kurmanın, ortak yaşamı inşa etmenin zamanıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.