İnsanım diyorsa insan, bir şey yapmalı

İlham BAKIR yazdı —

  • Açlık ve yoksulluğun yarattığı bunalımdan kaynaklı intihar haberleri, evlerine yorgun argın dönmüş insanların kurdukları yoksul sofralara her gün televizyon ekranlarından hücum ediyor. 

Ülke nüfusunun yüzde doksanına yakını açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor. Çalışacak bir iş bulamıyor. Çalışacak iş bulanlar ise ağır koşullarda günde on, on iki saat çalıştıkları halde aldıkları ücret karınlarını bile doyurmaya yetmiyor.  Yol, elektrik, su, doğal gaz gibi temel ihtiyaç kalemlerini ödeyemiyor, bunları kısmak zorunda kalıyor. Açlık ve yoksulluğun yarattığı bunalımdan kaynaklı intihar haberleri, evlerine yorgun argın dönmüş insanların kurdukları yoksul sofralara her gün televizyon ekranlarından hücum ediyor. Zar zor buldukları iki lokma yemekte boğazlarına diziliyor. Anne babaların gözleri doluyor, çocuklarına göstermemek için başlarını çeviriyorlar.

Televizyon demişken, en yoksul evin bile en itibarlı köşesinde mutlaka bir televizyon var. Televizyonun mutlaka edinilmesi gereken bir eşya olduğu, çok uzun zamandır insanın bir hakikatine dönüşmüş durumda. Öyle ya, zaten televizyondan başka bir eğlence kaynağı da yok ki! Sadece eğlence kaynağı mı televizyon? Aynı zamanda bir ağrı ve acı kesici! Aynı zamanda bedeni ve zihni yoksulluğun saldırılarına karşı bir süreliğine savunan bir muazzam uyuşturucu, bir morfin. Yemek yendikten sonra çoluk çocuk bir arada izledikleri dizi filmlerle ancak bir süreliğine kurtulabiliyorlar hayatın sertliğinden ve acımasızlığından. Önce akşam bültenini savuşturmak zorundalar elbette. Yandaş kanallarda yoksulluğun ve açlığın olmadığına, ülkenin ne kadar müreffeh olduğuna, bilmem gayri safi milli hasılanın ne kadara çıktığına, yoksulluk propagandası yapanların dış güçlerin maşası olduğuna, ülkenin savunma sanayiinde gösterdiği başarıyı bütün dünyanın kıskandığına,  silah üretmek için bilmem kaç milyar dolarlar yatırım yaptıklarına vs. dair haberleri yarı aç yarı tok karınları,  çalışmaktan bitap düşmüş bedenleri, yarını düşünmekten yorgun düşmüş zihinleri ile dinleyip büyük bir metanetle bu haberleri savuşturuyorlar önce.  Eskiden bu haberleri dinlediğinde, televizyon ekranına küfredenler, yerlerinden sıçrayıp televizyonu kırmamak için kendini zar zor zapt edenler, “gel de soframızda ne var, akşam yemeğinde ne yedik bir gör bakalım, bu yalanları söylerken Allahtan kork” diyenler de artık çoktandır bunları demekten, bu tepkileri vermekten vazgeçmiş. Artık aile fertleri kendi aralarında bu durumu konuşmayı da çoktan bırakmış. Sadece acil ihtiyaçlar dayattığında, ödenemeyen bir fatura olduğunda sessizce konuşulmakta, hatta çoğunlukla eğilip bükülen boyunlarla birbirine bakılarak çaresizce sükut edilmekte.

Bu acıları dindirecek bir ağrı kesici olan dizi filmlerin başlamasına çok acil ihtiyaçları var. Yemek, mümkünse, dizi film başlamadan bitirilir, bulaşıklar yıkanır, eğer mümkünse çay demlenir, bir de yanına çitleyecek çekirdek konabilmişse ne ala. İşte şimdi tatlı bir rüya alemine ailecek dalmanın zamanı gelmiştir. Tek nefes alabildikleri, hülyalara dalabildikleri, kendi dertlerini, sıkıntılarını, acılarını unutabildikleri yer orası. Şimdi artık ne açlık, ne yoksulluk, ne okula giden çocuğun beslenme çantasına koyacak iki lokma şeyin bulunmayışı bir dert değil. Tek dert, falan adamın falan kızla yaşadığı ilişkideki yanlış anlaşılmanın nasıl düzeleceği, holdinglerin yarıştığı ihale savaşında ihaleyi esas oğlanın holdinginin alıp alamayacağı, esas oğlan ya da esas kızın esas anası ya da esas babasının kim olduğu!.. Onların dertleri için üzülüyorlar, onların sevinçleriyle mutlu oluyorlar. Zengin sofralarında hizmetçilerin sunduğu yemekleri yerken, şaraplarını yudumlarken konuştukları sorunlara onlar yerine üzülüyor, mutfakta onları çekiştiren fesat hizmetçilere onların yerine  hiddetleniyorlar.  Dert etseler de çözülmeyecek olan dertleri kendileri için artık dert olmaktan çıkmış, sevinecek, mutlu olacak zaten hiçbir şeyleri olmayan bu insanların en büyük hakikati artık televizyon. Gerçekte yaşadıkları yer, saatlerce çalışıp buna rağmen aç, yoksul, yorgun, sersefil ve mutsuz oldukları yer değil; iki saatliğine, çözümü olan dertlere üzülebildikleri,  esas kız ve esas oğlanla birlikte istediklerine kavuştukları, aşık oldukları, ayrılıp birleştikleri, mutlu sona erebildikleri o konaklar ve holdingler!.. Yazıyı bitirmek üzereyken açık radyomdan Moğollar’ın ''bir şey yapmalı” şarkısı çalmaya başlıyor. Sahiden bir şey yapmalı. “insan, 'insanım' diyorsa bir şey yapmalı”.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.