İslam’ın ikinci fetret dönemi

İlham BAKIR yazdı —

  • Fetret döneminin özellikleri zuhur etmekte mi şu an? Toplumlar ahlaki ve vicdani bir çöküntü yaşıyor mu? Savaşlar, kıyımlar son sürat devam ediyor mu? Açlık, kıtlık, yoksulluk almış başını gidiyor mu? Tüm bunların hepsi özellikle Ortadoğu’da Müslüman topluluklarda yaşanıyor mu?

‘Fetret’ sözcüğünün sözlük anlamı, bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflamasıdır. İslam inancında dini bir kavram olarak ortaya çıkan “fetret” ise Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen hiçbir peygamberin gelmediği, vahyin inmediği, insanları doğru yola davet eden bir tebliğin yapılmadığı dönem için kullanılır. Bu dönemde insan topluluklarında ortaya büyük yozlaşmaların çıktığı, insanlar arası savaşların, kıyımların çoğaldığı, yalanın, talanın, hırsızlığın ve toplumları bozan her türlü kötülüğün ortaya çıktığı tespiti yapılır. Siyasi bir terim olarak ise fetret devletlerin tarihinde merkezi otoritenin zayıflayıp yönetim boşluğunun doğduğu dönemi adlandırmak için kullanılır.


Fetret sözcüğünün yukarıdaki anlamlarına baktığımızda bugün bir fetret döneminden geçtiğimizi söylemek mümkün mü? Hz İsa ile Hz. Muhammed arasında peygambersiz olarak geçen ve fetret olarak adlandırılan dönem yaklaşık altı yüz yıla tekabül eder. Hz. Muhammed’in vefat ettiği 632 yılından bu yana tamı tamına bin üç yüz seksen sekiz yıl geçmiştir. Büyük bilimsel ve teknolojik gelişmelerin henüz olmadığı bir dönemde altı yüz yılda bu kadar bozulan insanlık zamanın bu kadar hızlandığı bir çağda bin üç yüz seksen sekiz yıl peygambersiz, öncüsüz, vahiysiz, tebliğsiz kaldığında bundan bin beter daha bir bozulma yaşamaz mı? Ve artık peygamber gelmeyeceği düşünüldüğünde ve dünyanın ömrünün daha ne kadar uzun olduğu, kıyamet gününe kadar daha ne kadar zaman geçeceği bilinmediğine göre bu insanlara kim kılavuzluk edecek?


Peki fetret döneminin özellikleri zuhur etmekte mi şu an? Toplumlar ahlaki ve vicdani bir çöküntü yaşıyor mu? Savaşlar, kıyımlar son sürat devam ediyor mu? Açlık, kıtlık, yoksulluk almış başını gidiyor mu? Tüm bunların hepsi özellikle Ortadoğu’da Müslüman topluluklarda yaşanıyor mu? Yani fetret sözcüğünün işaret ettiği üzere bir insan topluluğunu bir arada tutan ahlak, vicdan, adalet, eşitlik etkisini yitirmiş, zayıflamış, gevşemiş mi? Gevşemek ne kelime ip tümden kopmuş mu? O zaman içinden geçtiğimiz dönme fetret dönemi desek yanlış olmaz herhalde.


Gelgelelim siyasi olarak fetret sözcüğüne tekabül eden bir süreç yaşanmamakta, devletlerin tarihinde merkezi otoritenin zayıflayıp yönetim boşluğunun doğduğu dönemden geçmemekteyiz. Yine özellikle Ortadoğu’da, Müslüman ülkelerde bilakis merkezi otoritenin güçlendiği, bırakalım yönetim boşluğunu, insanların saniyede kaç nefes alacaklarını dahi tayin eden bir merkezi otorite güçlenmesinin yaşandığını görüyoruz. Bütün Ortadoğu devletleri, bütün Müslüman devletler diktatörlülerle yönetiliyor. Savaş, kıyım, işkence, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik, hırsızlık, yalan, dolan en çok bu merkezi otoritenin güçlü olduğu ülkelerde yaşanıyor. Buna mukabil, merkezi otorite yerine güç dengesinin demokratik olarak dağıtıldığı ülkelerde görece olarak daha adil ve müreffeh bir yaşamın tesis edildiğini görüyoruz.


Buradan bakıldığında fetreti yaratanın bizzat güçlü merkezi otoritenin yani diktatörlüğün kendisi olduğunu görüyoruz. İnsanlara doğru yolu gösterecek bir öncü peygamberin, vahyin, tebliğin olmadığı, olmayacağı koşullarda insanların doğru yolu nasıl bulacağı, eşit, adil, müreffeh bir dünyayı nasıl kuracakları sorusunun cevabı tam da burada yatıyor. Merkezi otoritenin değil demokratik otoritenin kurumsallaştığı bir toplum yapısı kurmak. Sadece Türkiye yakın tarihine bakılarak merkezi otoritenin giderek güçlenmesi ve giderek bir diktatörlüğe evirilmesi ile yoksulluğun, işsizliğin, dolandırıcılığın, hırsızlığın, yozlaşmanın, adaletsizliğin, eşitsizliğin ne kadar arttığını görmek mümkün. Üstelik bahsettiğimiz bu yakın Türkiye tarihinde söz sahibi olan iktidarın İslami referanslara sahip olan bir iktidar olduğu ve iktidara gelirkenki tüm söylemlerinin fetret dönemi toplumsal yozlaşma koşullarına bir itirazı dillendirdiği göz önünde bulundurulursa.


Dinsel, inançsal referanslar bir ülkenin, bir topluluğun yönetimsel mekanizmalarında esas alınamaz. Bu tür bir yaklaşım, bizatihi o inancın kendisine çok büyük zarar verir. Müslüman olmayan hiçbir düşünce sistemi, yahut topluluk bugünkü İslami referanslı Türkiye iktidarının İslam inancına verdiği zararı vermemiştir. Yahut DAİŞ’in İslam referanslı dehşetengiz yönetim anlayışı kadar İslam’ın bugüne değin bu kadar itibar kaybetmesine neden olan bir yönetim modeli ortaya çıkmamıştır. Demokratik otoritenin hakim olduğu yönetimler, aynı zamanda tüm inançların da en özgür şekliyle yaşanabildiği ortamları da yaratırlar. Demokrasi, özgür inancın da teminatıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.