Kürt’ün haysiyeti, Türk’ün hassasiyeti
İlham BAKIR yazdı —
- Ne iktidarın, ne iktidara müzahir basının ve kalem sahiplerinin barışa zerre kadar hizmet eden bir dilleri yok. Sürekli Türklerin hassasiyetinden dem vurulup Kürtlerin en ufak hassasiyet, sevinç, talep yahut serzenişine parmak sallanmakta, had bildirilmekte, Kürt’ün haysiyetine saldırılmaktadır.
Hamas ve İsrail arasında Gazze ile ilgili bir ateşkes ve anlaşma sağlandı. Tam da anlamına denk gelecek şekilde anlaşma Trump anlaşması olarak adlandırıldı. Yani kalıcı, adil, birlikte yaşamı temin edecek bir anlaşma değil, baş tüccar Trump’ın uhdesinde ve onun basiretsiz tüccar ortakları Mısır, Katar ve Türkiye liderlerinin altına imza attıkları bir ticaret anlaşması aslında. Çoğu çocuk binlerce sivil insana mezar olmuş, bir mezbahaneye dönüştürülmüş topraklar üzerinde kirli bir ticaret anlaşmasıdır ortaya çıkan. Ne Filistin halkının acılarını dindirecek, özgürlüğünü getirecek bir anlaşma bu ne de İsrail halkına güvenli ve barışçıl bir gelecek sunma ihtimali olan bir anlaşma. Korkuların, kaygıların, acı, öfke ve nefretin üzerine cila çekilerek yapılan bir anlaşma. Üzerine cila çekilen duygular birikip bir yerden patlak verdiğinde daha da büyük acılar ve felaketler yaşatmaya aday bir anlaşma. Gazze’de anlaşmaya varılırken Pakistan ve Afganistan arasında büyük bir savaşa dönüşme potansiyeli olan çatışmalar başlıyor. Emperyalizmin halkların başına bela ettiği, savaş, çatışma, acı, kan, gözyaşında başka bir şey üretmeyen ulus- devlet heyulasının eseri bütün bunlar.
Rojava’da DAİŞ artığı Şam yönetimi ve onun destekçileri savaş ve çatışma başlatmak, bunu sağlamak için her gün bir provokasyon çıkarmak peşindeler. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın öngörüleri, bir paradigma ve felsefeyi zemin kılan basireti ve Rojava devrimini yaratan halkın direnişi sayesinde murat ettiklerini elde edemiyorlar. Bütün dünya barış ve adaleti isteyenin kim, savaş ve kıyameti isteyenin kim olduğunu görüyor. Uluslararası emperyalist güçler de, DAİŞ artıkları ve onları destekleyenler de biliyorlar ki Rojava devriminin sahibi başta Kürtler olmak üzere halklar asla özgürlüklerinden taviz vermeyeceklerdir. Varılan anlaşma nasıl adlandırılır ve nasıl tarif edilirse edilsin kendini yönetmekten ve özsavunmasını yapmaktan asla vazgeçilmeyecek, halkların iradesine mugayir hiçbir anlaşmanın bu konularda bir zaaf yaratmasına izin verilmeyecektir.
Türk devleti Kürt’ün iradesinin Rojava’da DAİŞ artıklarına teslim edilmesini dayatırken Türkiye’de de Kürt halkının temel haklarını vermek, kalıcı bir barışın tesisi için gerekli düzenlemeleri yapmak konusunda ayak diretmeye devam ediyor. Ne iktidarın, ne iktidara müzahir basının ve kalem sahiplerinin barışa zerre kadar hizmet eden bir dilleri yok. Sürekli Türklerin hassasiyetinden dem vurulup Kürtlerin en ufak hassasiyet, sevinç, talep yahut serzenişine parmak sallanmakta, had bildirilmekte, Kürt’ün haysiyetine saldırılmaktadır. Muktedir ve kolonyalist kibir, en sıradan insana bile o kadar sirayet ettirilmiş, o kadar ahlakı ve vicdanı erozyona uğratılmış ki Kürt’e yağmurlu havada bir damla su vermeyi çok görür hale getirilmiş insanlar. Solcu, seküler, demokrat, hatta sosyalist olduğunu iddia eden ve mevcut iktidara cihadist, gerici, kadın düşmanı, emek düşmanı, totaliter olduğu gerekçesiyle ağzı köpürerek sayıp söven, muhalefet eden çevreler, Kürtlere dair en ufak bir hak kırıntısından bile söz edilse anında bu sayıp sövdükleri iktidarın arkasında sıralanıveriyorlar. DAİŞ’in karanlık zihniyetini tarumar eden, halkların ve inançların birlikte yaşadıkları laik, seküler, demokratik, çoğulcu bir yaşamı ören Rojava devrimin yanında durmaktansa kadınları köle pazarında satan, kendileri gibi inanmadıkları için insanları diri diri yakan DAİŞ çetelerinin yanında durmayı tercih ediyorlar.
Şurası çok açık ve nettir ki Kürtlerle savaşabilmek, Kürtlerin yüz elli yıldan fazladır süren direnişini kırabilmek, Kürtleri Kürt olmaktan çıkarmak için yarattıkları zehirli iklim, Türklerin elinde sermaye olarak bağnaz, yıkıcı, saldırgan ve azgın bir milliyetçilikten başka bir şey bırakmamıştır. Türk halkı açtır, sefildir, yoksuldur, çok büyük bir nüfus ekmeğe muhtaç haldedir. Üniversiteleri bilim üretemez hale gelmiştir. Okulları zerre özgür fikir ve birey yaratmayan kışlalara dönüşmüştür. Üretimi çökmüş, doğası talan edilmiş, içilecek suyu, solunacak havası kalmamıştır ama milliyetçidir herkes. Sağcısından solcusuna, dinsizinden Müslümanına herkes alabildiğine şehvetli bir milliyetçilikle tutunabilmektedir yaşama. Savaş kapılarındadır, farkında değiller. Savaşları televizyonda izledikleri Türk’ün zaferden zafere koştuğu Osmanlı dizilerindeki gibi zannediyorlar. Evlerini, ocaklarını nasıl yıkacağının zerre kadar bilincinde değiller. Gazze’de yaşanan yıkım ve vahşeti televizyondan izliyor ve bunun bir film olduğunu sanıyorlar.
Önder Apo, Türklere yaklaşan bu yıkım ve felaketten kurtulmanın anahtarını sunuyor. Savaş, yıkım, vahşet ve bunun yarattığı yoksulluk ve sefalet yerine barışı, eşitliği, adaleti ve bunun sağlayacağı refahın anahtarını veriyor. Bunu sağlama gücü olan nerdeyse yegane insan, Meclis’te alkışlandı diye çılgına dönenler, had bildirenler bilsinler ki Önder Apo aradan çekildiğinde yaşanacak şey Gazze’deki cehennemden farklı olmayacaktır.
