Sandıklar seçimde değil Zap savaşında korunur!

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Zap zaferiyle seçim zaferi birleştiği zaman Kürt ve Türk halklarının içinden geçtikleri simsiyah tünelin ağzında demokrasinin, barışın, çözümün, sosyal refahın parlak ışığı belirecek.

SADAT CHP’yi “korkutmak” istiyormuş. Haberi okuyalım: 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sandık güvenliğine ilişkin iddiaların odağındaki SADAT’ın yöneticilerinden Ersan Ergür’ün ‘Bu vatanı Türkiye düşmanları ile işbirliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz’ sözlerine tepki gösterdi. CHP Lideri, “SADAT’ın önüne gittiğimde korkudan içeri kaçtılar. Bizi korkutacaklarını sanıyorlar. Bizim adımız Cumhuriyet Halk Partisi. Sizin feriştahınız gelse bizi korkutamaz” dedi. 

Kılıçdaroğlu’na göre CHP’yi “korkutmak” isteyen SADAT’ın kendisi “korkak.” 
“SADAT’ın önüne gittiğimde korkudan içeri kaçtılar” diyen Kılıçdaroğlu’na bizim eski karikatür dizimizin kahramanı Quto “Brez Kemal SADAT’ı nasıl korkutiysin, bize de de ki, biz de korkutak” diye seslendi. Bana da aynı soruyu sordu. Düşündüm, taşındım, şöyle dedim: “Kılıçdaroğlu kapıyı açan emekli başçavuşa ‘böööö’ demiş, zavallı korkudan kapıyı kapatıp kaçmış  olmalı”. 

Faşizmi“bööö” diyerek korkutmak ilginç bir yöntem… 
Gerçi Kılıçdaroğlu bir yandan da şöyle demiş: “Biz savaş meydanlarında kurulan bir partiyiz, feriştahınız gelsin.” 
İşte bu meydan okumaya bayıldım. 

Vaktiyle bu partinin “milli şefi” İsmet Paşa da arada sırada “çizmelerini giymekten” söz ederdi. O sıralar pek çizmelik bir hali olmasa bile yine de insanlar “belki giyer” diye düşünebiliyordu. Ne de olsa adam savaş meydanlarından gelmiş, çizmesini çıkarmış, iskarpin giymişti. Kılıçdaroğlu’nun “savaş meydanlarındaki” marifetleri hakkında ise bir şey bilmiyoruz. 
Ne yapacak? 

Ünlü Cumhurbaşkanı seçiminde AKP’li SADAT’çılar, silah kuşanıp sokağa çıktığında, hile yapan Yüksek Seçim Kurulu’na karşı harekete geçmek isteyen gençleri bizzat geri çeken Kılıçdaroğlu’ydu. Sorsan bu “ricatı” Mustafa Kemal’in Sakarya nehrinin doğusuna “ricatı” gibi anlatabilir ve “sonraaa” diye lafı uzatip “ilk hedefiniz Akdeniz” emrini hatırlatabilir. 

“Saygı” duyarız. Ama şunu hatırlatmak isteriz; silahlı olana silahla cevap verilmiştir. 
Sen SADAT’a neyle cevap vereceksin? Ortağın Akşener “suikastçı, sabotajcı yetiştiren SADAT’ın para-militer iki kampını” bizzat gördüğünü söyledi. Sonra Soylu var. Kendi ordusuna karşı darbe yapan Akar ve Fidan var. Başlarında da “Başkomutan” Erdoğan.Sende ne var? İsmet paşa’nın Uşak’ta kafası taşla kırıldığı sırada, CHP’nin “cuntası” vardı. İlahi Kemal bey, senin suratına yumruk indiğinde neyin vardı? 

Sistem içi muhalefetin bu çaresizliğinin alternatifi gözler önünde. Şu anda SADAT’la CHP’yi “korkutmak” isteyen rejimin ordusuyla Zap’ta, Avaşîn’de, Heftanîn’de, Rojava’da ve Kuzey Kürdistan kırsalında savaşıyor. 
Bir iktidar halka karşı silah çekmişse, halkın da ona silah çekme hakkı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle ilan edilmiştir. 

PKK, faşist MHP’li çetelerin kitlesel katliam yaptığı koşullarda silahla meşru müdafaa yapan bir örgüt olarak kuruldu. Demirel ve Türkeş’in faşist MC’sine karşı silahla direnmek meşruydu. 

Sonra 12 Eylül darbesi geldi. PKK diktatörlüğe ve onun devamcısı Kürt düşmanı silahlı güçlere karşı silahlı mücadeleye atıldı. Darbe gayrı meşruydu, direniş ise meşru. 
Silaha karşı silah. 

Engels’in dediği gibi, “ilk kurşunu burjuvazi” atınca, işçi sınıfının yanıt vermesi meşrudur. İlk kurşunu PKK atmadı. Türk devleti Kürt halkına karşı “ilk kurşunu” Şeyh Sait’e, Seyit Rıza’ya sıktığından beri ve Haki Karer’i katlettikten bu yana savaş sürüyor. 

Kürt halkı “savaş manyağı” değil. Tüm Türk-Kürt savaşı tarihi boyunca devletin “ilk kurşununa kurşunla cevap veren” bu hareket, her fırsatta “ateşkes” ilan etmiş, devleti “çözüm masasına” oturmak zorunda bırakmıştır. 
PKK halklaşan bir harekettir. Yenilmez. 

Ancak PKK önderi Öcalan savaştığı gücün bir NATO gücü olduğunu hesaba katan ve devrimci olduğu kadar gerçekçi bir siyaset insanıdır. Gerillanın yenilmezliğini Türk devletini yıkacak, Ankara’ya PKK bayrağını dikecek ya da NATO’ya rağmen “Kürdistan devletini kuracak” bir faktör olarak değil, onu barışa ve çözüme zorlamanın bir faktörü olarak görmüştür. Öcalan Türkiye’nin Demokratik bir Cumhuriyete evrilmesiyle, Ortadoğu devriminin önündeki en büyük “istilacı” engelin kalkacağını ve Konfederal Ortadoğu Ortak Evi’nin demokratik uluslaşma temelinde kurulacağını görmüştür. 

Gerçekçilikle devrimcilik arasındaki bu diyalektik ilişkiyi kurma şerefi Apo’ya aittir. 
Kürt halkı “yalnız” bir halktır. Vietnam halkı ABD’ye karşı savaşta Sovyetler Birliği’nin muazzam desteğini almıştı. Nikaragua Küba’nın, Filistin Kurtuluş Örgütü hem sosyalist ülkelerin, hem de Arap devletlerinin desteğiyle savaşmıştı. PKK’yi destekleyen, ona silah veren tek bir devlet yok ve bu örgüte karşı neredeyse yarım asırdır, Murat Karayılan’ın sözleriyle tüm NATO savaşıyor. 

Belçikalı bir ressamın çizdiği sempatik “yalnız Kovboy Red Kit’e” taş çıkaran “yalnız gerilla” mucizeler yaratıyor. 
Rojava mucizedir. 
Birinci, ikinci Zap mucizedir. 
Üçüncü Zap-Avaşîn savaşı belki de “son mucize” olacak. 
Ve Kürt halkı bu “son mucizenin” hemen ardından, Türk halkına barış elini uzatacak. Onun önüne savaşın barışçı alternatifi olarak, eğer yapılırsa ve “sandığı” havaya uçurmak isteyen SADAT’çılar püskürtülebilirse, TBMM’ye en az yüz vekille girecek olan HDP’yi koyacak. 

Tercih yine Engels’in dediği gibi “Bay burjuvazinin” olacak. 
HDP’ye karşı parlamenter, yasal, hukuksal mücadele mi? 
Yoksa PKK’ye karşı silahlı savaş mı? 

Zap zaferiyle seçim zaferi birleştiği zaman Kürt ve Türk halklarının içinden geçtikleri simsiyah tünelin ağzında demokrasinin, barışın, çözümün, sosyal refahın parlak ışığı belirecek. 
Ya belirmezse… 

Türk kardeşlerimizi bilmem ama, Kürt kardeşlerimiz Zap/Avaşîn/Heftanîn savaşının gösterdiği gibi bu karanlık tünelin yan tarafından mutlaka bir kurtuluş “tüneli” açacaktır. 

Bir zamanlar zindanlarda açılan tünellerin deneyimi, şimdi dağlarda Paris metrosuna taş çıkartan “üç katlı tünellerin” labirenti içinde bir savaş efsanesini doğurmuştur. 

SADAT’ı “bööö” diyerek korkuttuğunu sanan Kılıçdaroğlu, o tünellere adım atan paralı askerin korkusuna bir bakarsa, korkutanı korkutmanın nasıl olacağını anlayacaktır. 

Gerillanın açtığı tünel Türk ordusu için, “korku tüneli” olmuştur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.