Savaşa hazır mıyız?

Cihan DENİZ yazdı —

  • İktidar bir yanda Kürt’e karşı savaş siyaseti Türkiye sınırları içinde olduğu kadar dışında da derinleştirilerek sürdürülmektedir. O zaman sadece iktidarın varlığını sürdürme, halklara daha fazla baskı ve zulüm getirme dışında hiç bir anlamı olmayan bu savaş siyasetine karşı tüm barış ve demokrasi güçleri olarak kendimize “Savaşa hazır mıyız?” diye sormalıyız.

İktidarın büyük bir varoluşsak kriz içinde olduğu gerçeği artık iktidar yandaşlarının bile inkar edemediği bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. İktidar her alanda derin bir kriz içindedir ve attığı her adım krizini daha da derinleştirmektedir. Ve korona, iktidarın yüzünde kalmış son makyaj kırıntılarını da silmiş ve iktidarın gerçek yüzünü olanca çirkinliği ile ortaya çıkarmıştır.

İktidar ekonomik, sosyal, politik, diplomatik hiçbir krize çare üretememektedir. Üretmediği gibi, bu çözümsüzlük sorunların daha da derinleşmesine yol açmaktadır. Bugün iktidarın ülkenin sorunları karşısındaki çözümsüzlüğü, kendisine en yakın kesimlerde bile tartışılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma tartışması içinde iktidar kampında ortaya çıkan yarılma, aslında iktidarın artık kendi çevresi açısından bile eskisi gibi hegomanik bir güç olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Mevcut haliyle iktidar artık rıza üretmez hale gelmiştir. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma tartışmaları hep bu rıza üretememe krizine iktidarın bulmaya çalıştığı çarelerdir. Ama iktidar açısından belli bir eşik aşıldığı için toplumun geniş kesimleri için bunlar artık bir şey ifade etmemektedir.

Yalan, çarpıtma gibi iktidarın geçmişte kullandığı araçlar işe yaramadığı oranda, iktidar, içinde bulunduğu krizi aşmak, erozyona uğramış gücünü yeniden kazanmak için elinde kalan son silaha daha da sıkı sarılmış gözükmektedir: Savaş.

Savaş bu coğrafyanın değişmez bir gerçeğidir. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinde alınan sonuçlar karşısında ve Beyaz Türk Faşizmi ile yaptığı ittifakın karşılığında iktidarın Kürtler ile müzakere masasını devirerek Kürt’e ilan ettiği savaştan beri bu coğrafyanın gerçeği kan ve gözyaşıdır. Kan-oy diyalektiğine dayanan bu siyaset belli bir süre işe yaramış gözüktü. Fakat savaş uzayarak genel toplum içinde kanıksanan bir olgu olmaya başlamasıyla beraber ve buna paralel olarak ekonomik kriz ve iktidarın yönetememe krizi ile birlikte, Kürt’e savaş siyaseti, iç siyasette artık istenen sonucu vermekten uzaktır. AKP’den ayrılanların Kürt Sorunu’na özel olarak eğilmeleri, CHP’nin Kürt Sorunu ile ilgili bir rapor hazırlıyor olması, bu kesimlerin geçmiş pratikleri düşünüldüğünde kulağa ne kadar samimiyetsiz gelirse gelsin, Kürt’e savaş siyasetinin artık işlemediğini göstermesi açısından önemlidir.

Kürt’e savaş siyaseti artık eskisi gibi muhalefeti iktidarın ardına sıralama, iktidara dönük yükselen muhalefeti bastırma, toplumdan gelen talepleri susturma için işlevsel olmasa da, iktidar savaş siyasetinden medet ummaya devam etmektedir. İktidar varlığını devam ettirmenin yolunu savaş siyasetini değiştirmekte değil, tersine savaş politikalarının hedeflerini yaymakta bulmaktadır. Bir yanda Kürt’e karşı savaş siyaseti Türkiye sınırları içinde olduğu kadar dışında da derinleştirilerek sürdürülmektedir. Diğer taraftan Libya’da, Suriye’de, Irak’ta Azerbaycan’da, Doğu Akdeniz’de iktidar Türkiye’yi neredeyse tüm dünya devletleri ile çatışmanın eşiğine getirecek bir siyaset gütmektedir.

İktidar, bir yandan fıtratında olan yayılmacı siyaset ile başka halkların topraklarına ve zenginliklerine göz dikmekte, iç kaynaklar ile artık doyurmakta zorlandığı yandaşları için yeni kaynaklar ve pazarlar yaratmaya çalışmakta; diğer taraftan ise “yedi düvele karşı” Türkiye’nin çıkarları için savaşıyormuş yanılsaması ile yaratacağı milliyetçi havayı arkasına alarak kendisine dönük giderek güçlenen muhalefeti kendi ardına yedeklemeyi, kendi yönetememe krizinin üstünü örtmeyi hedeflemektedir. Yedekleyemediği muhalif kesimleri ise “hain” olarak damgalayarak bastırmayı amaçlamaktadır.

Öyleyse şunu söylemek yanlış olmayacaktır; iktidar varlığını savaşa bağladığı oranda bugün iktidarın en zayıf noktası barış talebidir. İçte ve dışta güdülen savaş siyasetine karşı yükselecek güçlü bir barış sesi, bugün iktidarın en büyük korkularından biridir. Bu yüzden de, barışın sözünü bile duymaya tahammülleri yok. Onlar için barış neredeyse iktidarı kaybetmekle eş anlamlı gibidir.

Bundan dolayı da, iktidarın kendi çıkarı için halkları canını hiçe sayan bu siyaseti karşısında tüm muhalif kesimlerin tek gündemi iktidarın bu en zayıf noktası barış olmalıdır. Bugün iktidarı geriletmenin tek yolu, onun savaş siyaseti karşısında etkin bir barış cephesi örmektir. Bu coğrafyada yaşayan tüm halklar, tüm inançlar, kadınlar, gençler, ez cümle tüm ezilenler, ülkenin boğucu atmosferinden bunalıp nefes almak isteyen tüm kesimler barış talebi etrafında bir araya gelerek iktidarın savaş siyaseti ile toplumu zehirlemesine mani olmalıdır. Bu coğrafyada barışın savaşa üstün çıkması aynı zamanda zulmün de yenilgiye uğratılması ve özgürlük ve demokrasiye giden yolun aralanması anlamına gelmektedir.

O zaman sadece iktidarın varlığını sürdürme, halklara daha fazla baskı ve zulüm getirme dışında hiç bir anlamı olmayan bu savaş siyasetine karşı tüm barış ve demokrasi güçleri olarak kendimize “Savaşa hazır mıyız?” diye sormalıyız. Ve 2015 sonrası sürecin de özeleştirisi temelinde barış ve demokrasi güçleri olarak bu savaş siyaseti karşısında örgütsel, düşünsel olarak nasıl hazır oluruz ve bu temelde barış mücadelesini en güçlü nasıl verebiliriz sorularının yanıtını ivedilikle bulmalıyız.

Çünkü ancak en güçlü şekilde savaşa hazır olan barış güçleri, savaşın önüne geçebilecek bir barış mücadelesi verebilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.