Savunmanın ‘tanığı’ ve ‘itirafçısı’ 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Şimdi karşı karşıya olduğumuz durum “suç örgütü” ile devlet arasındaki kavga değildir. Peker’in “abisi Recep”le ve Recep’in “biraderi Peker’in” kavgasıdır.

“Suç örgütü lideri” denerek Sedat Peker’in “devletin kanunlarına karşı” suç işleyen bir “gangster” olduğu söylenmek istendi.

Ben Türkiye’nin ilk banka soyguncusu İrfan Vural’ın arkadaşlarıyla Sultanahmet zindanında tanıştım. İrfan Vural tam bir “suç örgütü lideriydi”. Banka soygunundan sonra yakalanmış, Sultanahmet’e kapatılmış, ama sonra bir arkadaşının gizlice içeriye soktuğu tabancayla, sübyan koğuşu kapısında gardiyanları etkisizleştirerek kaçmıştı. Sonra da arabasında polis tarafından vurularak öldürülmüştü.

O sırada Deniz Gezmiş’le aynı ranzada yan yana yatıyorduk. Banka soyguncusuna tabanca veren arkadaşı da yan koğuştaydı. Deniz “banka soygununu” büyük merakla ondan dinledi. Bunu “soygun” olarak değil “kamulaştırma” olarak niteledi. O andan sonra biz İrfan Vural ve arkadaşlarını “suç örgütü” elemanları olarak değil, “kamulaştırmacılar” olarak görmeye başladık. Onlar “bize karşı” suç işlememişlerdi. Kapitalizme ve devlete karşı, onların yasalarına göre “suç” işlemişlerdi. Zaten biz de hapisanede kapitalizme ve devlete karşı “suç” işlediğimiz için yatıyorduk.

Bugün de devletin yasalarına karşı “kriminal” unsurlar elbette suç işlemeye devam ediyorlar. Ama bunlar artık romanlarda okuduğumuz türde “mafya” örgütleri değil. Yani devlete rağmen küçük ölçekte kriminal suç işleyenler “ayak takımı”. Sıradan hırsızlar, cepçiler, yankesiciler, dolandırıcılar v.s. Çağdaş teknoloji “devlete rağmen kriminal suç” işleme imkanlarını daralttı. Her metrede bir kameranın olduğu kentlerde maskeyle dükkan basan silahlı kişi, oradan çıktıktan sonra her adımında görüntülenmekte, maskesini çıkardığı anda da kabak gibi teşhis edilmekte, kendini gizlediğini sanan gaspçı daha evinin kapısına girerken yakayı ele vermekte.

Sedat Peker’e gelince… O hiçbir zaman “devlete karşı suç” işlemedi. O nedenle devlet Peker’e “suçlu” diyemez. Peker ne yaptıysa “devlet adına” yaptı. Erdoğan’ın Peker’e “suç örgütü lideri” demesi “başında bulunduğum devlet suç örgütüdür” anlamına gelir. Erdoğan’ın Peker’e “lider” demesi büyük bir “hatadır.” “Suç örgütünün sözde lideridir, asıl lider benim” demesi gerekir.

İrfan Vural devlete karşı suç işlemiştir. Peker ise devletin “suçlu” dediği, “terörist” dediği, “FETÖ’cü” dediği insanlara karşı devlet adına suç işlemiştir.

O nedenle şimdi karşı karşıya olduğumuz durum “suç örgütü” ile devlet arasındaki kavga değildir. Peker’in “abisi Recep”le ve Recep’in “biraderi Peker’in” kavgasıdır.

Düne kadar Peker ve örgütünü Erdoğan rejimi tarafından Kürt halkına, demokratlara karşı devletin tetikçisi, ajitatörü, vurucu gücü olarak suçladık.Peker de zaten bu gerçeği Soylu onu sırtından vurduğu günden beri kabul etti.

Şimdi Sedat Peker nedir?

“Gizli” değil, “açık” bir “tanıktır.” Erdoğan rejiminin hukuk sisteminde yer alan terimle söyleyecek olursak kimliğini gizlemeyen bir “itirafçıdır.”

Suç örgütü haline gelen devlete karşı haklı davalarımızın savunmalarında Peker artık “savunmanın tanığı ve itirafçısıdır.”

Böyle olduğu için Erdoğan ve şerikleri Peker’in suçlamalarını çürütmek yerine, “o bir suç örgütü lideri” demekten başka bir şey yapamıyorlar. Savunmanın “tanığını” ve “itirafçısını” itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

O nedenle Sedat Peker’e muhaliflerin “suç örgütü lideri” demekte ısrarı yanlıştır. Peker, Erdoğan rejiminin merkezinde yer alan bir “devlet” unsurudur. Devletin içinden çıkmış ve şimdi “savunmanın tanığı ve itirafçısı” olmuştur.

Tanıklığı ve itirafları devlet suçlarının binde birini ya da, yüzde birini açığa çıkartıyor olsa da bunun önemi yoktur. Devletin şu kesimine karşı mı yoksa bu kesimine karşı mı konuştuğu “savunma” için önemsizdir. Her sözü Erdoğan rejimini mahkum etmemiz için sağlam dayanaklar vermektedir.

Rejim “suç örgütü lideri” diyerek Peker’i etkisiz hale getiremeyince, “Peker CIA’nın ve Mossad’ın adamıdır” demeye başladı. Böylece rejim tehlikeli sulara da açılmış oldu. Kendi şahsi çıkarları için konuşan bir Peker’le, CIA ve Mossad adına konuşan bir Peker’i karşılaştırın. Ortaya çıkan manzara şu olur: Demek ki artık rejimin kirli çamaşırlarını küresel güçler dökmeye başladı. Yandınız!

O halde soralım: 14 Haziran günü NATO zirvesinde Biden’la masaya oturacağı söylenen Erdoğan “CIA ve ortağı Mossad Peker üzerinden bize yönelik operasyondan vaz geçirilsin” diyebilecek mi? Gülünç olur.

Peker de zaten “Recep’le helalleşme” videosunu Erdoğan-Biden sonrasına “devletin yüksek menfaatini” düşünerek erteledi. Gerçekten öyle mi?

“Erteleme”nin anlamı nedir?

Ertelenmeseydi, bu videoda Peker’in Erdoğan’la ilgili yapacağı açıklamalar, demek ki “devletin yüksek menfaatini” havaya uçuracak, Erdoğan’ı Biden karşısında suçlu durumuna düşürecek açıklamalar olacaktı.

“Şûyuu vukuundan beter” sözü bu “erteleme” işine cuk oturuyor. “Konuşmadan konuşmak” buna denir işte.

14 Haziran teslim olma pazarlığı çıkmaza girerse, Peker’in açıklamaları Erdoğan’ı uluslar arası yargıya götürecek yolda yeni bir aşama olacak.

Tersi durumda, eğer Peker devlet içi kavgada tasfiyenin eşiğinde olan “Ergenekon’un ulusalcı” kanadıyla iş tutuyorsa, açıklamalar yine dehşetli olacak.

Her ne olursa olsun “savunma” atakta olmalı: Tanığı da var, itirafçısı da var.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.