“Son” değil, yeni ve çok güçlü bir “başlangıç”

Cihan DENİZ yazdı —

  • Abdullah Öcalan’ın tüm taraflar açısından ezber bozucu olan çağrısı, bir tarafın “yenilgisi” ve diğer tarafın “zaferi” anlamında bir “son” değil, tüm muhatapların dönüşeceği, bir arada yaşamanın kuralları ve yollarının tanımlanacağı bir “başlangıçtır.”
  •  Sihirli bir değnekle tüm sorunların istediğimiz gibi, hayal ettiğimiz gibi çözülmüş olacağı bir güne uyanmayacağız, tersine bir son değil “başlangıç” derken yaşadığımız sorunların çözümü için çok daha fazla ve yoğun mücadelenin olacağı bir dönemin başlangıcında olduğumuz gerçeğini ortaya koymaktadır.

PKK Lideri ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, içinde bulunduğu dünyada örneğine rastlanmayan tecrit koşullarına rağmen, küresel ölçekte tüm denklemlerin yeniden kurulduğu bir anda, İmralı’dan yaptığı çağrı ile birlikte “bir kez daha” sadece Türkiye ve Kürdistan değil için değil, tüm Ortadoğu ve Mezopotamya için tarihsel bir dönüşüm sürecinin kapısını aralamıştır.

“Bir kez daha” diyoruz, çünkü Abdullah Öcalan, daha önce de, 1993 ateşkesinden 2015 Dolmabahçe Mutabakatı’na, Kürt Sorunu’nun barışçıl ve demokratik çözümü ve daha geniş anlamda Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkelerinin, halkların bir arada özgürce yaşayabileceği şekilde demokratik dönüşümlerinin önünü açmak adına çıkışlar yapmış, yol haritaları önermişti; önerilerinin düşünsel ve felsefi temellerini oluşturmak için ciltler dolusu kitap yazmıştı.

Bugüne kadar Abdullah Öcalan’ın tüm bu çabaları devlet tarafından zayıflık olarak görüldüğü için, devlet içindeki iktidar mücadeleleri sonucu ve tabii ki şiddetin sürmesinin yarattığı rant nedeniyle boşa çıkarıldı. Bu fırsatların kaçırılmasının bedelini tüm Türkiye halkları çok ağır bir şekilde ödedi. 1993’te uzatılan elin boşta kalmasının sonucu olarak Türkiye binlerce köyün boşatıldığı, on binlerce kişinin faili meçhul cinayetlerde ve yaşanan çatışmalarda yaşamını yitirdiği, küçük bir kesim inanılmaz zenginleşirken halkların derin bir yoksulluğun içine itildiği, en temel hak ve özgürlüklerin bile ortadan kaldırıldığı bir “kirli” savaşın içine sürüklendi. Bu “kirli” savaş başta devlet kurumları olmak üzere her alanda derin bir çürümeye yol açtı. Kürt Sorunu’ndaki çözümsüzlük ısrarının sonucu olan bu çürümeyle, 1990’ların sonu 2000’lerin başında ülke siyasi, iktisadi anlamda iflas etti.  

Bugün iktidarın büyük ortağı AKP bu iflasın bir sonucudur.

Bugün de aslında benzer bir süreç yaşanmaktadır. Türkiye bugün içinde bulunduğu siyasi, iktisadi ama en önemlisi de toplumsal kriz durumu, çatışmaların tekrar başlamasıyla binlerce gencin yaşamını yitirmesi, aslında 2015’te Dolmabahçe’de kurulmuş müzakere masasının iktidar tarafından devrilmesinin bir sonucudur. Kürt Sorunu’ndaki çözümsüzlük ısrarı ve Kürt Sorunu’nun neredeyse kurduğu tüm diplomatik ilişkilerde bir gerginlik kaynağı olması, tüm jeopolitik avantajlarına rağmen Türkiye’yi diplomatik açıdan da yalnızlaştırmaktadır. Kürt Sorunu’ndaki çözümsüzlük siyaseti ve güvenlikçi politikaların şekillendirdiği siyasi yapı sonucu Türkiye Avrupa Birliği’ne aday bir ülke olmaktan çok uzaklaşmıştır, yine Kürt Sorunu nedeniyle aynı ittifak yapısı içinde yer aldığı neredeyse tüm ülkelerle sorun yaşamaktadır. Kürt Sorunu endeksli bir dış politika nedeniyle diplomasi alanında yalpalamaktadır, bir gün bir gücü desteklemekte ertesi gün daha önce sorun yaşadığı başka bir ülke ile yakınlaşmaktadır. Tüm bunlar Türkiye’yi büyüğünden küçüğüne başka ülkelerin müdahalelerine karşı kırılgan bir hale sokmaktadır.

Kürtler açısından da savaş gerçeğinin yarattığı siyasi, iktisadi ve toplumsal sonuçlar düşünüldüğünde, barış ve çözüm bir seçenek değil bir zorunluluk olarak kendini dayatmaktadır.

İki taraf açısından da barış ve çözümün bir seçenek değil bir zorunluluk olması, taraflardan birini veya ikisinin artık bu savaşı sürdüremeyecek durumda olması ve diğer tarafa boyun eğmesine değil, tersine, iki taraf da daha uzunca bir süre bu çatışma durumunu devam ettirebilecek güçte olsalar da bu savaşı sürdürmenin her iki taraf açısından da maliyeti ile elde edilebilecekler arasındaki makasın her geçen gün daha da açıldığı gerçeğine işaret etmektedir.. 

Bundan dolayı da Abdullah Öcalan’ın tüm taraflar açısından ezber bozucu olan çağrısı, bir tarafın “yenilgisi” ve diğer tarafın “zaferi” anlamında bir “son” değil, tüm muhatapların dönüşeceği, bir arada yaşamanın kuralları ve yollarının tanımlanacağı bir “başlangıçtır.”   

Sorunun doğrudan muhatapları devlet ve PKK’nin ötesinde Kürtler, Türkler ve bölgenin diğer tüm halkları, bölgenin tüm inançları, kadınlar, gençler, ülkenin mevcut boğucu ve baskıcı atmosferinden mustarip tüm kesimler için bir başlangıç olacaktır.

Ama şurası da çok açıktır ki, sihirli bir değnekle tüm sorunların istediğimiz gibi, hayal ettiğimiz gibi çözülmüş olacağı bir güne uyanmayacağız, tersine bir son değil “başlangıç” derken yaşadığımız sorunların çözümü için çok daha fazla ve yoğun mücadelenin olacağı bir dönemin başlangıcında olduğumuz gerçeğini ortaya koymaktadır.  

Bu başlangıç, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte küresel ölçekte yaşanan çalkantıların ortasında, Kürt Sorunu’’nu çözmüş ve demokratikleşmesini tamamlamış bir Türkiye’nin tekrar bir parçası olduğu Avrupa açısından da kritik sonuçlar doğurmaya adaydır; ki Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrasında gelen mesajlar bu yöndedir.

Tersinden, yani illa bir “son”dan bahsedecek olursak, Abdullah Öcalan’ın yaptığı kapısını araladığı değişim ve dönüşüm sürecinin karışında duran, süreci tüm bölge halklarının barışı ve özgürlüğü için bir fırsata çevirmeye direnenler tasfiye olacak ve siyaset denkleminin dışında kalacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.