Tecrit sadece tecrit değildir, bir hükmetme stratejisidir

Cihan DENİZ yazdı —

  • İmralı tecridi, insani, ahlaki ve hukuki boyutunun ötesinde bir anlama da sahiptir. İmralı tecridi çok boyutlu bir konsepttir.

PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik İmralı’daki tecrit uygulaması, ilk gününden beri demokratik siyaset için en temel ve en acil konuların başında gelmektedir. Dünyada emsali olmayan İmralı tecridi, en başta bir insani sorundur. Abdullah Öcalan’ın ve onunla beraber aynı cezaevinde tutulan diğer mahpusların yıllardır yakınlarıyla, avukatlarıyla görüşmesine engel olunmasının ne hukukla ne adaletle açıklanabilecek bir yanı yoktur.

1999’dan beri bu coğrafyada ikili bir hukuk sistemi geçerlidir. Bir yanda ne kadar yetersiz, eksik olursa olsun yasalar ve diğer yanda tüm bunların üstünde İmralı’nın yazılı olmayan “kuralları.” En yetersiz, en anti demokratik haliyle bile olsa bu coğrafyanın kanunları ve kuralları İmralı söz konusu olduğunda geçerliliğini yitirmektedir, uygulanmamaktadır. Orada her türlü ulusal, uluslararası hukuk kurallarına, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere aykırı özel bir “hukuk” rejimi hakimdir.

İmralı tecridi, insani, ahlaki ve hukuki boyutunun ötesinde bir anlama da sahiptir. İmralı tecridi çok boyutlu bir konsepttir. En başta Kürt halkı olmak üzere bu coğrafyaya gerçekten demokrasinin, özgürlüklerin, barışın, adaletin gelmesini isteyenler çok iyi bilmektedir ki, tecrit sadece bir kişiye veya sadece bir cezaevine özgü geliştirilmiş bir uygulamanın ötesinde aynı zamanda politik bir anlama sahiptir. Bu konsept, bir yanıyla 1999’dan beri yaşananların çok acı bir şekilde gösterdiği gibi Kürt Sorunu’nda; savaş ve şiddet siyasetinde ısrar demektir, daha fazla ölüm demektir, daha fazla acı demektir, daha fazla gözyaşı demektir. Verilen mücadeleler ile tecrit siyasetinde açılan gediklerden sızan fikirlerin, projelerin bu coğrafyayı nasıl barışa ve özgürlüklere yaklaştırdığını hatırladığımızda, tecridin ne anlama geldiğini daha iyi anlarız. 

Ama tüm bunların ötesinde, tecrit bir kişiye, bir cezaevine veya bir soruna özgü bir uygulamanın ötesinde son kertede bu coğrafyada iktidarlar için bir hükmetme stratejisi haline gelmiştir. Çünkü tecrit ve dolayısıyla Kürt Sorunu’nda savaş ve şiddet siyasetinde ısrar aynı zamanda tüm bir coğrafyada hukukun, özgürlüklerin askıya alınması sonucunu doğurmaktadır.     

Öyle ki, tecrit siyasetinin geldiği son noktada İmralı’ya özgü “hukuk” rejiminin kuralsızlıkları tüm bir coğrafyaya yayılmıştır. İmralı’ya has olduğu iddia edilen istisnai uygulamalar adım adım tüm Türkiye’nin “normali” haline getirilmiştir. Tam da, bu köşede sıklıkla tekrarlanan ve aslında tüm iktidar politikalarının özünü yansıtan “Cizre’ye nasıl girdiysek, ODTÜ’ye de öyle gireriz” sözünde kast edildiği gibi.  

Gazeteci Merdan Yanardağ’ın İmralı’daki tecrit sistemi ile ilgili söyledikleri nedeniyle ilk önce gözaltına alınması ve daha sonra tutuklanması, bir kez daha tecrit sorununun Türkiye’deki demokrasi mücadelesi için ne kadar yakıcı bir konu olduğunu göstermiştir.

Tüm yakıcılığına rağmen, Kürtler ve dostları dışındaki “muhalif” çevreler hala tecrit siyasetinin çok boyutlu bir konsept olduğunu anlamamakta ısrar etmektedir. İmralı’da uygulanan tecrit siyasetinin iktidarın tüm Türkiye için uygulamaya koymayı hedeflediği sistemin bir prototipi olduğu gerçeğini inatla görmemektedirler. Bu sözde “muhalefet” anlayışı, kendi tekçi dünyalarında tecridi sadece PKK lideri Abdullah Öcalan’a özgü bir uygulama olarak algılamakta ve dolayısıyla da bunun devamında bir beis görmemektedir. Tersine, en son Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasında sözde bir “muhalefet” mensubunun oynadığı tetikçi rol düşünüldüğünde, tecrit siyaseti karşısındaki her çıkışın karşısında yer alıp İmralı tecridinin yılmaz bir savunucusu olmaktadırlar.    

Sonuç olarak, tecrit Türkiye’de barış, demokrasi ve özgürlükler mücadelesi açısından gerçek bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir.

Bir yanda tecride karşı mücadele eden ve dolayısıyla da bu coğrafyada demokrasiyi ve barışı savunan anlayış; diğer yanda da tecridi savunan ve dolayısıyla da ister doğrudan ister dolaylı demokrasiyi ve özgürlükleri toptan tasfiye etmeyi ve tüm bir coğrafyayı İmralı sistemine tabi kılmayı savunan anlayış.

Bunun ortası yoktur.

Eğer bu coğrafyada barışın, demokrasinin hakim olmasını istiyorsak, tek yol tecride karşı mücadele etmek ve bu gerçeği bıkıp usanmadan kendi dışımızdakilere anlatarak onları da mücadelenin bir parçası yapmaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2023 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.