Vel basu badel mevt şehitler dirilirken!..

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Öcalan’ın düşünceleri Eruh ve Şemdinli’de isyan işaretine dönüşmüş, aradan 38 yıl geçtikten sonra insanlığın “kurtuluş öğretisi” haline gelmiştir. O, yalnız masa başında “doğaya dönelim” ütopyasını kitaplaştırmadı.

15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli’de ilk kurşun atıldığı zaman, bu kurşunun granit kayalarda yarattığı yankının gökyüzü boşluğunda kısa zamanda kaybolup gideceğini sananlar çok kötü yanıldı. Yankı gök gürültüsüne dönmüş, duymak istemeyenlerin kulaklarını sağır etmekte. Kürtlerin özgürlük mücadelesi büyük kazanımlar elde ediyor.

38 yıl dile kolay. Kürdistan’ın dört parçasında neredeyse her metre kareye bir gerilla mezarı düşüyor. Ünlü şiirde dendiği gibi, “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”… Yalnız Kürdistan’da değil bu şehitlerle beslenmiş toprak. Kürt özgürlük hareketi Eruh ve Şemdinli’de sesini duyurdu. Şimdi dünyanın her yerinde bu sesi dinleyenler, dinleyip merak edenler, merak edip öğrenenler ve öğrendikten sonra Kürt halkının özgürlük savaşının büyük bir insanlık davası olduğunu anlayanlar enternasyonal gruplar halinde onların safında yer alıyor. Bugün Almanya’nın ve hatta Amerika’nın topraklarında DAİŞ’e karşı savaşta can verenlerin mezarları var. Yalnız onların değil,  Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in kanları Paris’te toprağı suladı.

İnsanın ömrü uzun ya da kısa, ama geçici… Mezarlar ise kalıcıdır. O mezarların taşlarında yazılanları okuyanların hafızaları zamanın unutkanlık belasına karşı direnir. “Kim bu mezarda yatan?” diye sordurur. Ve insan hafızası canlanır. Mezarlar özgürlük mücadelesinin tarihidir. Tarihi devletler değil, bu mezarlarda yatan insan yazar. Ölmüştür, ama konuşur. Sen duyarsın ve unutmazsın.

O yüzden Türk devleti Kürt’ün canını alır, sonra gider mezarını havaya uçurur. Amacı Kürdistan’la birlikte tarihi de yok etmektir. Düşman ne yaptığını bilir. Gerillayı öldürmek yetmez. Şehidi de her gün, her dakika ve her saniye öldürmezse Kürt halkına boyun eğdiremez. O nedenle şehidi “yaşatmak” zafere yürümek demektir. 

Şehit öldüğüne asla yanmaz. Onun mezarı Kürdistan toprağıdır. Ölmüştür ama Kürdistan’ın mazlum toprağının avuç içi bir parçasına sahip olmuştur. Zamanla o toprağa karışmakta oluşu, ezeli ve ebedi doğaya yeniden dönüşü şehit için cennete kavuşmaktır. Sonsuz zamanın içinde özgür, günahsız, mes’ut yaşamasıdır.

Ama şehit, ne zaman ki kavuştuğu o avuç içi Kürdistan toprağının, üzerinde kurşun izleri olan o mermer mezar taşının düşman bombalarıyla yok edilmekte olduğunu anladığı zaman ayağa kalkar. Şehit ölerek kazandığı bu toprak parçasını ve mezar taşını düşmana vermeyecektir.

İşte 38 yıldır özgürlük savaşı, mezarlarından ayağa kalkan şehitlerin savaşıdır. “Şehit namırın” haykırışları, mezarlarından kalkıp düşmanın üstüne yürüyen şehitleri gören gözlerin haykırışıdır. “Vel basu badel mevt” budur. Savaş “kıyamettir.” Mezarlar uçak bombalarıyla hercü merç olduğu zaman, İsrafil surunu ikinci defa üflemiştir. Şehit cennet yolunda ölümden sonra dirilmiştir.

Veyl bu dirilen şehitlerin düşmanlarına… Ölümden sonra dirilen bir daha ölmez. Türk devletinin korkusu boşuna değildir.

38’inci yıl o nedenle şehitlerin bayramıdır. Diriler bu bayramda şehitlerin hatırası önünde eğilir. Onlara bir kere daha söz verir: Sömürgecilik yıkılacak, Kürdistan özgürleşecektir.

Eski menkıbelerden, dinlerin kitaplarından, bugüne kadar gelen rivayetlerden verilen örnekler öğretici olur. Edebi bakımdan da kıymetlidir.

Ama bu 38 yıl, ne menkıbedir, ne din kitaplarının sayfalarında yazılmıştır, ne de rivayettir.

38 yıllık özgürlük savaşının her saniyesi şimdi İmralı’da düşünmeye devam eden insanın, Abdullah Öcalan’ın kaleminden süzülmüş, şehitlerin kanlarından damıtılmıştır. Öcalan’ın düşünceleri Eruh ve Şemdinli’de isyan işaretine dönüşmüş, aradan 38 yıl geçtikten sonra insanlığın “kurtuluş öğretisi” haline gelmiştir. O, yalnız masa başında “doğaya dönelim” ütopyasını kitaplaştırmadı. Şimdi iklim kriziyle uygarlığın tehdit altına girdiği, orman yangınlarının, sel sularının insanları yakıp, yuttuğu bir zamanda, kutuplardaki buzulları kurtarmak için on binlerce “ekolojik toplum” savaşçısını yarattı. Bu savaşçılar, vurularak, daha bugünden doğaya döndüler.

Tarih, insanlık nüfusunun yarısına ait bir tarihtir. Kadının tarihi yoktur. Bütün dinler, bütün öğretiler, ideolojiler ve politikalar “erkektir..” O nedenle en güzel, en haklı, en vicdanlı ütopyalar gerçekleşmedi. “Yarım insanlık” hiçbir amacına ulaşamaz. İşte şimdi karşımızda bir “kadın ordusu” var, “Jin Jiyan azadî” çığlığı DAİŞ’e karşı dünya kadınlarını uyandırdı. Öcalan “kadın özgürlükçü toplumu” bir ütopya olmaktan çıkardı, onun ordusunu yarattı. Kadın gerilla mezarlarındaki sayısız isim bize “toplumun öncü yarısı burada” diyor.

Ve semavi dinlerin ütopyasını yere indiren sosyalizm umutları aldı götürdü. Devlet denilen küp zehirli bir topraktan yapılmıştır İçine sosyalizm balını döksen de insana yabancıdır. Öcalan bize “komünal demokratik sosyalizm” balını o küpe doldurmayın, Kürdistan toprağını pişirin, temiz küpler yapın dedi. Bu temiz küp Konfederalizmdir. Adem-i merkeziyetçiliktir. Komünlerin toplamıdır. Hayal mi? Değil, işte Rojava. Ve işte Kandil’de 38 yıldır inşa edilen hayat. “Bir hırka bir lokmayla” mutlu insanlar. Ve şehit, mezarında kapitalist modernitenin bütün zehirli nimetlerinden azade, tertemiz yatmakta.

38’inci yılda başka ne desem acaba?

Beş vakit namaz kılan ve kılmayan, Kilise’ye ve Havra’ya giden ve gitmeyen, günde beş vakit şehitlerle sessizce konuşmalı; insanlığı kurtarmak için ne yapmalı sorusunun cevabını onlardan almalı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.