Büyükelçi “krizinin” öteki yüzü
Cihan DENİZ yazdı —
- Ergenekon kanadının Amerika ve Avrupa karşısındaki tutumu, Türkiye’nin özellikle Rusya ve Çin ile ilişkilerini daha üst düzeyde yeniden kurgulama yönündeki amaçları düşünüldüğünde, Erdoğan’ın 10 ülkenin büyükelçilerine ilişkin bu “istenmeyen insan” çıkışı, Ergenekon kanadının tasarladığı bir kurgu olarak okunabilir.
Türkiye’nin son günlerdeki en önemli gündem maddelerinden biri 10 ülkenin büyükelçilerinin, Osman Kavala hakkında Türkiye’yi kendi “hukukuna” ve imzacısı olduğu uluslararası hukuka uymaya çağıran açıklamasına, bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından gösterilen tepki ile patlak veren “istenmeyen kişi” krizdir.
ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda'nın Ankara büyükelçileri yaptıkları ortak bir açıklama ile Kavala'nın derhal serbest bırakılması yönündeki çağırıları karşısına Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk önce Afrika’ya yaptığı gezi sırasında gazetecilere; “Bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz” dedikten sonra, yaptığı bir sonraki açıklamada daha da ileri gidip “Talimatı Dışişleri Bakanımıza verdim, 'Bu 10 büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmesini hemen halledeceksiniz' dedim” demişti.
ABD büyükelçiliğinin açıklaması
Çok ciddi bir diplomatik krizin eşiğinden, ABD büyükelçiliği tarafından Viyana Sözleşmesi’nin iç işlerine karışmamaya ilişkin 41. Maddesi’ne atıfla yaptığı açıklama ve diğer ülkelerin de bunu teyit etmesi ile en azından şimdilik dönülmüş oldu.
Bununla birlikte, krizin en azından şimdilik nasıl “çözüme kavuştuğu”, bundan sonra nelerin olabileceği değil, ama konunun buraya nasıl geldiği daha önemlidir.
Daha önce de benzerleri olmuş olan böylesi bir açıklamaya bu sefer neden kof bir kabadayılık ile değil de bu şekilde; neredeyse Türkiye ile batı arasındaki bağları toptan koparacak bir şekilde yanıt verildiği sorusu, belki de asıl sorulması gereken sorudur.
Elçi “krizinde” ezberlerin ötesine geçmek
Bu sorunun yanıtını ararken, artık şablon haline gelmiş yaklaşımların ötesine geçmek gerekir. Diğer bir ifade ile Erdoğan’ın, 10 ülkenin büyükelçilerinin istenmeyen kişi ilan edilmesi talimatını vermesi iç politikadaki tarzı ve bu tarzın bir yansıması olarak değerlendirilmemelidir.
Aynı şekilde, bu çıkışın altında her zaman olduğu gibi gündem değiştirme çabası, yaratılacak milliyetçi bir hava ile dikkatlerin ülkenin içinde bulunduğu krizden başka bir yöne çekme çabası olduğu düşünülmemelidir.
Konunun bu şekilde açıklanmaya çalışılması, iktidarın neredeyse attığı her adımın nasıl manipülatif bir karakter taşıdığı düşünüldüğünde, tabii ki kısmen bir doğruluk içermektedir. Ama bu konu özelinde bu, konunun özü değil ama sadece tali bir yönüdür.
İçte iktidar kavgasının sertleşmesi ve elçi “krizi”
Konunun özünün anlaşılması açısından asıl bakılması gereken yer, faşist iktidar bloğu içindeki güç mücadelesi olmalıdır. Bu köşede sıklıkla belirtildiği gibi, Türkiye’deki faşist iktidar bloğunu oluşturan AKP, MHP ve Ergenekoncular arasındaki ilişkiler asla eşitler arası bir ilişki olmamıştır.
AKP bu iktidar bloğunun asla belirleyici bir gücü olmamıştır. Cemaatle bağların kopması sonrasında yaşananlar sonucu iktidarda ancak MHP ve Ergenekoncular ile kurduğu ittifak ile kalmayı başarmıştı.
İktidarını sürdürmek için bu ittifak yapısına mahkum olan AKP’nin, kendisine bırakılan çok dar bir alan dışında rolü, ana stratejilerin belirleyicisi değil, uygulayıcısı olmaktır.
“Kriz”‘de Ergenokon’u görmek
Ergenekon kanadının Amerika ve Avrupa karşısındaki tutumu, Türkiye’nin özellikle Rusya ve Çin ile ilişkilerini daha üst düzeyde yeniden kurgulama yönündeki amaçları düşünüldüğünde, Erdoğan’ın 10 ülkenin büyükelçilerine ilişkin bu “istenmeyen insan” çıkışı, Ergenekon kanadının tasarladığı bir kurgu olarak okunabilir.
Bu çıkışın Erdoğan’ın içinde bulunduğu siyasi ve psikolojik açmazlar kullanılarak ona yaptırıldığını düşünmek çok da yanlış olmayacaktır.
Bu şekilde Ergenekon kanadı bir taşla iki kuş vurmayı amaçlamaktadır: Erdoğan’a yaptırılan bu açıklamanın sonucunda, batı ile ilişkilerin adeta kopacak bir noktaya gelmesi sonucunda, Türkiye’nin Rusya ve Çin’e daha da mecbur edilmesi hedeflenmektedir.
Ama aynı zamanda, Batı ile ilişkilerdeki bir kopuş ile ayrıca AKP’nin harekat alanının daraltılması ve iktidarda kalmak adına kendilerine daha da mecbur edilmesi amaçlanmaktadır.
Diğer bir ifade ile AKP’nin iktidarda kalmak için farklı arayışlar içine girmesinin, kendisine çizilen sınırların dışına çıkmasının önüne geçilmek istenmektedir.
AKP kurmaylarının sessizliği
Bu amacın belik de en somut kanıtı, bu kriz karşısında AKP kanadının sözcülüğünü yapanların sessizliği ve hatta memnuniyetsizliği ile, bu 10 ülkenin de bu oyunu görerek ve Türkiye’yi tamamen kaybetmemek adına; hem aslında duruşlarında bir değişiklik yapmadan, ama aynı zamanda Erdoğan’a bir manevra şansı da tanıyacak orta bir yol bulan açıklamasıdır.
Perinçek’in “öfkesi”
Erdoğan’ın bu pası alıp krizi şimdilik “dondurmasına” Ergenekon kanadının en karanlık temsilcisi Perinçek’in verdiği tepki ise bir diğer kanıt olarak ortaya çıkmıştır.
Perinçek, belki de oyunlarının bozulmasının verdiği öfke ile; “Viyana sözleşmesini ihlal ettiklerine dair bir ifade var mı burada? Hiçbir şey yok. Bakın burada bir tuzak var” diyerek, aslında üstü örtük olarak kendi oyunlarını itiraf etmektedir.
“Kriz” şimdilik dondurulmuş olabilir; ancak bu kadar kırılgan bir iktidar yapısında bu ve benzeri krizleri tekrar tekrar göreceğimiz kesindir.