La Valla bariyer

İlham BAKIR yazdı —

  • La Valla bir distopya filmi, fakat salgın hastalık dışında aslında anlatılan yaşam herhangi kapitalist bir ülkede görülecek manzaralar.

Üçüncü dünya savaşı sona ermiş, İspanya bu savaştan galip çıkmış. Teknoloji gerilemiş. Halk yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Bütün bunların üstüne bir de öldürücü bir salgın insanları kırıp geçiriyor. Yoksulluk, kargaşa, suç ve salgın hastalıkla baş edebilmek için ülke adı başkanlık olan, bakanlar kurulunun bulunduğu fakat aslında bir diktatörlük rejimi olan bir rejim ile yönetiliyor. 

Bahsettiğim, Netflix’te yayınlanan tek sezonluk İspanyol yapımı bir dizi olan “La Valla” dizisinin konusu. La Valla İspanyolca da “çit, bariyer” anlamına geliyor. Ülke sektör 1 ve sektör 2 olmak üzere ikiye bölünmüş durumda. İki sektör arasında Filistin ve Yahudi yerleşim yerlerini birbirinden ayıran bariyerlere, kontrol noktalarına benzer bir sınır var. Film adını buradan alıyor. Sektör 1 salgın hastalığın bulunmadığı, hastalıktan izole edilmiş olan bölüm. Ve elbette ki sektör 1’de zenginler ve devleti yöneten askeri ve sivil bürokratlar ve aileleri yaşıyor. Sektör 1’de yaşam bütün olağanlığıyla sürüyor. Ne hasta insanlar var ne de yoksulluk. Sektör 1 ile sektör 2’yi birbirinden ayıran bariyer ve kontrol noktasının önünde her sabah kuyruğa girmiş, yoksul insanları görüyoruz. Bunlar sektör 2’den sektör 1’e çalışmak üzere geçmek için bekleyen yoksul insanlar. Çalışma belgeleri inceleniyor, hasta olup olmadıkları kontrol ediliyor ve sektör 1’e o şekilde alınıyorlar. Sektör 2’de tam bir olağanüstü hal rejimi var. Sokaklarda sürekli devriye gezen ve hastalık belirtisi gösteren insanları sokak ortasında vurarak öldüren özel askeri birlikler, sürekli olarak sokağa çıkma yasağını bildiren anonslar, askeri araçlar.

Bu bir distopya filmi, fakat salgın hastalık dışında aslında anlatılan yaşam herhangi kapitalist bir ülkede görülecek manzaralar. Büyük şehirlerde güvenlikli, korunaklı siteler yoksullarla zenginlerin yaşamlarını birbirinden ayırmıyor mu? Bir tarafta alabildiğine lüks ve şatafat devam ederken bir yandan insanlar yoksulluk ve açlıktan kırılmıyor mu? Yoksul insanlar, gençler itiraz ettikleri yahut suç işledikleri gerekçesiyle terörist muamelesi görüp cezaevlerine tıkılmıyor ya da yargısız infazlarla ortadan kaldırılmıyor mu? Görece demokratik ülkelerde infaz etme daha sofistike yöntemlerle daha örtülü yapılırken daha alt kapitalist ülkelerde daha aleni yapılıyor o kadar. 

Filmin en can alıcı ve filmdeki temel çatışma dinamiklerinden biri de kayıp çocuklar. Sektör 2’deki yoksul ailelerin çocukları, aileler işsiz oldukları ve çocuklarına bakamayacakları gerekçesiyle ailelerinden alınıyor. Pek çok aileye ise çocuklarının hasta olduğu söylenerek çocuklar hastaneye götürülüyor ve daha sonra da çocukların öldüğü söyleniyor. Bu şekilde ailelerinden alınan çocuklar salgın hastalığın aşısı için kobay olarak kullanılıyor.

Bugün bütün dünyada ilaç ve aşı geliştirmede ne kadar yoksul insanın gönüllü yahut gizli bir şekilde kobay olarak kullanıldığını bilmiyoruz. Film Latin Amerika’da dikta dönemindeki gözaltında kaybedilen çocuklara ve kayıp annelerine de atıfta bulunuyor. Dizinin sonunda İspanya’daki bu distopya diktatörlüğünün sonunu da kayıp çocukların annelerinin verdiği mücadele getiriyor. Filmin sonuna kadar kapitalist sistemin ve onun iktidar şekillerinden biri olan bir diktatörlüğün bütün vahşetini ve bu vahşet ve diktatörlüğe karşı eşit bir yaşam ve özgürlük talebiyle sürdürülen direnişi izliyoruz. Çocuklar üzerinde deney yapan kurulun başında olan ve başkandan direkt bu konuda talimat alan kadının diktatörlük devrildikten sonra yapılan ilk serbest seçimlerde başkan seçilmesi filmin sonunda seyirci için hazırlanmış şok edici bir sürpriz. Kapitalizm kaderdir değiştiremezsiniz mi diyor yoksa halk iktidarı seçimle inşa edilemez mi diyor? Bunlarda film bitince geriye kalan sorular. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.