Şili'nin paradoksları

Aykan SEVER yazdı —

  • Burada şöyle sorular karşımıza çıkıyor: Ülkenin yarısından çoğu iştirak etmediği halde seçilen herhangi biri meşru mudur? Faşizmi açıktan savunan birinin seçimlere katılması meşru mudur? Ülkenin neredeyse en fazla yüzde 10’u diyebileceğimiz bir topluluk açıktan faşizmi savunan birini başkan olarak seçerse bu meşru mudur?

Başlık Şili'nin paradoksları olsa da tarif etmeye çalışacağım açmazlar, aslında dünyanın çoğu coğrafyasında yaşanıyor.

Bu paradoksları kısaca ifade edecek olursak: Geçtiğimiz hafta Şili'de yapılan genel seçimler, temsili demokrasi ve bu anlayışta ısrar eden yapılanmaların çok yönlü açmazını fazlasıyla görünür kıldı.

Yaklaşık 7 milyon seçmenin oy kullandığı ilk tur seçimlerine katılım yüzde 47.6’da kaldı. Bu devlet başkanlığı oylaması içindi. Parlamento için kullanılan oy daha azdı.

Aynı hafta sonu yapılan Venezuela ve Bulgaristan seçimlerinde de katılım yüzde 50'nin altında kaldı. Şimdi "ne var bunda" denilebilir. Hatta Fransa gibi seçime katılım oranının yüzde 30'larda olduğu ülkeler örnek gösterilerek Şili'nin daha iyi bile olduğu söylenebilir. Bu mümkün, fakat kendimizi kandırmaktan başka sonuç doğurmaz. Zira bu bir hak gaspıdır. Bunu biraz daha Şili örneğinde somutlayalım.

İlk tur seçimlerde devlet başkanlığı için yapılan oylamada ilk iki sırayı, neofaşist José Antonio Kast ve solun adayı Gabriel Boric aldı. İkinci tur 19 Aralık 2021 'de yapılacak. Kast oyların yaklaşık yüzde 27.9’unu alırken (yaklaşık 1 milyon 950 bin oy) Boric ise oyların yaklaşık yüzde 25.8’ini alabildi (yaklaşık 1 milyon 800 bin oy). Yani arada aşağı yukarı 150 bin oy farkı var.

Bir kısmınıza belki demagoji gibi gelecek ama açıktan Pinochet diktatörlüğünü savunan, hatta Pinochet'ten beter diye nitelenen birini belki de bu fark 17. 5 milyon kişinin kaderini belirleyen haline getirecek.

Burada şöyle sorular karşımıza çıkıyor: Ülkenin yarısından çoğu iştirak etmediği halde seçilen herhangi biri meşru mudur? Faşizmi açıktan savunan birinin seçimlere katılması meşru mudur? Ülkenin neredeyse en fazla yüzde 10’u diyebileceğimiz bir topluluk açıktan faşizmi savunan birini başkan olarak seçerse bu meşru mudur? Bu koşullarda seçilmiş birine her ne kadar çeşitli denetim mekanizmaları olduğu varsayılsa da ülkenin hatta bir bölgenin yani Latin Amerika/Abya Yala'nın geleceği emanet edilebilir mi?

Benzer sorular 40 bin oy farkıyla seçilen Peru'da Pedro Castillo için de pekala sorulabilir. Oyun bu deyip hiç sormayabilirsiniz de.

Soruyu mevcut Şili Devlet Başkanı Sebastián Piñera üzerinden biraz daha genişletelim. Piñera 2019'da başlatılan direniş sürecinde resmi rakamlara göre 33 kişinin katledilmesinin, 469 kişinin gözlerinden plastik mermilerle vurularak sakatlanmasının, 1315 kişiye işkence yapılmasının, 364 kişiye cinsel saldırı ve tecavüz suçunun işlenmesinin, yaklaşık 3 bin kişinin haksız yere hapse atılmasının, 20 bin civarında insanın da yaralanmasının sorumlusu. Yargılanmadı ve bu suçlardan da kimsenin yargılanmasına izin vermedi.

Ayrıca geçtiğimiz haftalarda Piñera'nın yolsuzluk vakaları da gündeme geldi. Olay Senato'dan döndü. Çünkü Senato'da aynı kapitalist yağmadan pay alanlar çoğunluktaydı. Piñera'nın yargılanmasına izin vermediler.

Peki bütün bu soruların üstüne oturan bir sistem, temsili demokrasi meşru olabilir mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.