Tarkan’ın kurdu, ’terör’ söylemi ve demokrasi cephesi!

Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —

  • ABD, AB, Avrasya yanlıları arasındaki bölünmeler Türkiye’de iktidarda kalma arayışlarından öte bir anlam taşımıyor, ancak Kürt meselesindeki bölünme çok daha fazla yakıcıdır. En keskin ve net bölünme Kürt meselesi karşısındaki bölünmedir.

Devlet Bahçeli “her şeyi, herkesi kapatın!” diye emirler yağdırırken Tarkan karikatürünü hatırlatıyor.

Tarkan “atıl kurt!” diyor, kurt ise isyan etmiş “yeter artık, sıkıysa sen atıl” diye cevap veriyor.

Devlet içindeki çatışma her fırsatta gün yüzüne çıkıyor ama Bahçeli faşizan emirler yağdırmaktan geri durmuyor. Bu emirlerin hiçbiri Türkiye’ye zerrece fayda getirmiyor, tamamı dış güçlerin emellerine yarıyor. Bahçeli’nin kimin emrinde çalıştığı yeterince açık değil midir?

Atilla’nın Avrupa topraklarına dek yaptığı seferler övgüyle anlatılır ve Roma İmparatorluğunu bile haraca bağladığı iddia edilir. Fakat Roma ve Rus kaynaklarında tam tersi anlatılır. Roma İmparatorluğu Atilla’yı maaşa bağlamış, böylece kendisine bağımlı bir komutan haline getirmiştir.

Atilla Roma’yı haraca mı bağladı yoksa Roma Atilla’yı maaşla kendisine mi bağladı? Hangisi doğrudur? Roma’nın taktikleri arasında bu yöntemin bolca uygulandığı sır değildir. Türk milliyetçiliği bunu kabul etmez. Onlara göre Atilla Roma’yı haraca bağlamıştır!

Avrupa AKP-MHP’ye para vaadiyle geldi. Bir süredir mülteci şantajıyla istediği kadar olmasa da biraz para almayı başaran faşist iktidar Avrupa’yı haraca mı bağlamış oluyor yoksa tam tersi mi yaşanıyor? Sorunun cevabı Tarkan kurdunun Garê hezimetinden sonraki halinden anlaşılıyor.

ABD karşısında süt dökmüş kediye dönen AKP-MHP faşizmini halen ayakta tutan güç ABD olduğu halde, ABD’nin yeni yönetiminden darbe yeme korkusunu büyütüyorlar.

ABD yönetimi Türkiye’yi Rusya’nın kucağına itmemek için AB yönetimine telkinlerde bulundu ve Roma taktiğini uygulamaya devam edin dedi.

Yine de bu durum özellikle Erdoğan’ı tatmin etmiş değildir. Çünkü halen ABD’den beklediği telefon gelmiş değildir!

Telefonun gelmesi için Montrö’den vazgeçebileceğinin sinyalini verdi ve devlet içindeki kavgayı gün yüzüne çıkardı.

Montrö 20 yıllığına yapılmış bir anlaşmaydı ama 1956’da süresi bittiği halde feshi gerçekleştirilmemiş ve öylece sürmüştür. Bu anlaşmayla Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin gemilerinin Karadeniz’e girişine çeşitli kısıtlamalar getirildiği biliniyor. Örneğin ABD savaş gemileri boğazdan ancak sınırlanmış belli bir tonajla geçebilir ve en fazla 21 gün kalabilir.

İstanbul’a kanal yapılırsa dünyanın en büyük uçak gemisi bile bu kanaldan geçip Karadeniz’e istediği gibi girebilir. Çünkü ABD donanmasının sahip olduğu bu uçak gemisinin genişliği 72 metre, kanalın planlanmış genişliği ise en az 140 metredir! O kanaldan neler geçmez ki!

Kanalın Montrö’ye tabi olup olmayacağı eski bir tartışma konusudur, ancak AKP mesajlarından anlaşılıyor ki her türlü tavizi vermeye hazırlar. Öyle ki Türk ordusu içinde ABD eğitim ve donatım sistemi dışında kalmaya meyilli tüm askerlerin tasfiyesi için epey süredir yürütülen kampanya Allah’ın lütfu saydıkları sahte darbe imalatları temelinde emekli amirallere dek uzamış durumdadır.

Akdeniz, Libya, İran ve Suriye politikalarındaki değişim arayışlarından Ukrayna konusuna el atmalarına dek tüm politikalarında ABD’deki yeni yönetimin kendilerini “delikten süpürmesi” korkusu yatmaktadır. Belki gerçeklik payı vardır ama bu korkuyu da sürekli besleyip iç politikada kullanıyorlar!

ABD’ye şirin görünmek için her fırsatı değerlendiriyorlar. Bu arayışlarını da “terörle mücadele” kılıfı altında meşrulaştırıp iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar. İnsan hakları konusunda kendilerini eleştirenlere bile “terörle mücadele ettiğimizi unutmayın” diyecek kadar insanlıktan uzaklaşmış durumdadırlar. Gelinen aşamada “terör” kavramı tüm pis işlerin perdelendiği bir söylem haline gelmiştir.

Her kim ki Kürt meselesi yerine “terör” kavramını kullanıyorsa o kesinlikle Kürt soykırımına ortak oluyordur!

Terör kavramıyla gizlenen veya meşrulaştırılmak istenen Kürt soykırımı karşısındaki duruş, herkesin gerçek siyasi ve ahlaki duruşunu ifade etmektedir.

Bu kavramı istemeye istemeye kullananlar hiç yok mudur? Evet bu da bir gerçektir. Örneğin Türkiye’nin kimi eski büyükelçileri, kimi akademisyenler, araştırmacı ve siyasetçiler Kürt meselesinin demokratik, siyasal çözümü üzerine fikir belirtebilmek için kendisini “terör” kavramını kullanma mecburiyetinde hissetmiştir. Yoksa başına neler geleceğini en iyi bilenler onlardır. Buna rağmen maalesef çözüme değil soykırıma hizmet etmişlerdir.

Çünkü “Terör” kavramı soykırımcı zihniyeti gizleme kavramıdır.

Tahir Elçi’nin katledilmesine sebep olan bu kavram karşısındaki cesur onurlu duruş unutulmazdır. O halde hiç muğlaklaştırmaya gerek yok: Soykırımdan yanasındır ya da karşısında yer alıyorsundur!

Türkiye gerçeğinde “terör” diyenler faşizme, “demokrasi” diyenler çözüme hizmet ediyor. Durum bu kadar açık ve nettir.

Türkiye’nin tek parça olarak kalmasının tek garantisi çok kültürlü yapının kabul edilmesidir.

ABD, AB, Avrasya yanlıları arasındaki bölünmeler Türkiye’de iktidarda kalma arayışlarından öte bir anlam taşımıyor, ancak Kürt meselesindeki bölünme çok daha fazla yakıcıdır. En keskin ve net bölünme Kürt meselesi karşısındaki bölünmedir. Gerçek demokrasi cephesi de bu siyasi bölünmeden ortaya çıkacaktır!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.