Yangınların bize hatırlattıkları!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Akdeniz, Ege ve Kürdistan başta olmak üzere ülkenin florası, faunası ve insanlık değerleri yok olup giderken, muhalefetin iktidarı istifa çağrısı yerine, bilinmez bir gelecekteki seçime vurgu yapmakta, her zaman olduğu gibi toplumda birikmiş öfke ve tepkiyi dizginlemeye çalışmaktadırlar.

Son on gündür yangınlar neredeyse Türkiye’nin temel gündemi oldu. Üzerine yapılan spekülasyonlar, muhalefet-iktidar çatışması, Kürtlerin ve HDP’nin bir kez daha hedefe konulması ve faşistlerin Kürt avı gündemi işgal eden konular...

Benzer yangınlar özellikle kuzey yarım kürede farklı ülkelerde de yaşanıyor olsa da, önceden alınan tedbirler sayesinde, Türkiye’deki kadar yıkıcı sonuçları olmadan kontrol altına alındılar. 

Öyle anlaşılıyor ki, küresel ısınma nedeni ile önümüzdeki gün ve yıllarda benzer doğal felaketlerle sıkça karşılaşacağız gibi.

Genelde devletçi sistemin, özelde endüstriyalizmin neden olduğu ekolojik kırım neticesinde buzullar erimekte, denizlerin su seviyesi yükselmekte, muson yağmurları, dolu ve sellerle yaşam alanlarında ekolojik, toplumsal ve siyasal yıkımlar yaşanmaktadır.

Küresel ısınmanın yol açtığı aşırı sıcakların yangınları tetiklediği, hızlı yayılmasına ve büyük yıkıma neden olduğunu bilim insanları söylemektedirler. Topluma rağmen toplum üzerinde devletçi sistemin kâr, iktidar ve sermaye çarkının neden olduğu ekolojik kırımın önüne ancak devlet ve iktidar dışı insan toplumsallığıyla mümkün olabileceği bir kez daha açığa çıkmıştır.

Bu temelde demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın dünya demokrasi hareketinin gündemine taşınması hayati önemde konu olmaya devam ediyor. 

Yeniden Türkiye'ye dönecek olursak, söylenecek çok şey var. Ulus devletin Kürtlere karşı ‘tamamlanmamış görev’, ‘bitmemiş suç pratiği’nin neden olduğu ağır yıkımı görmek gerekiyor.

Yirmi milyon vatandaşı ile yüz yıl boyunca kesintisizce savaş halinde olan zihniyet, bir kez daha duvara toslamış, çaresizlikler içinde beceriksizliği örtmek için Kürtleri ve HDP’yi hedef tahtasına koyarak tabanını konsolide etmeye bakmaktadır.

Halbuki yaşanan felaketin bir sorumlusu varsa o da tekçi ve katliamcı zihniyettir. Kürtlere, Alevilere, demokrasi güçlerine ve toplum dinamiklerine karşı tekçi, inkarcı ve katliamcı zihniyette ısrar edenler, Ekim 2014’te devleti yeniden dizayn etmenin kararlaşması içinde olurlar. Zaten tekçi ve katı merkezci olan devleti, tek adam diktatörlüğünde, anonim şirket gibi yönetme kararlaşmasının böylesine derin siyasal krize neden olacağı belliydi.

Bugün için yönetenler yönetemiyor. Yönetilenler ise mevcut iktidarla yönetilmek istemiyorlar. Türkiye’de yaşanan yangınlar demokratik, hukuk devletlerden birinde yaşanmış olsaydı, değil bakanların istifası, hükümetler düşer, başkanlar ve cumhurbaşkanları istifa ederlerdi.

Muhalefetin tüm yaşanmışlıklara rağmen Erdoğan'ı ve hükümetini istifaya çağırmaması bile HDP’yi dışarıda tutacak olursak, iktidar ve muhalefetin toplum karşısında yeniden dizayn edilen devletin ala çıkarları için nasıl birlikte olduklarını göstermektedir. 

Akdeniz, Ege ve Kürdistan başta olmak üzere ülkenin florası, faunası ve insanlık değerleri yok olup giderken, muhalefetin iktidarı istifa çağrısı yerine, bilinmez bir gelecekteki seçime vurgu yapmakta, her zaman olduğu gibi toplumda birikmiş öfke ve tepkiyi dizginlemeye çalışmaktadırlar.

Bulunduğu jeo-stratejik ve jeo-politik konumuna göre toplumun çoklu kimliği ve çoklu kültürünü esas alacaklarına, tekçiliğin dayatılmasında iktidar ve muhalefet el birliği içindedir.

Demokratik siyaseti savunan DTP, BDP ve en son HDP yıllar öncesinde Türkiye’nin geniş coğrafyasının demokratik özerk bölgesel yönetimlerle yönetilmesinin çözüm perspektifini kamuoyu ile paylaşmıştı.

Çözümsüzlükte ısrar edenler ise Kürt kentlerini yakıp yıkma, partiyi kapatma, milletvekillerini, belediye eş başkanlarını, il ve ilçe yöneticilerini tutuklama, zoraki göçertme ile on binleri kutsal mekanlarından koparmakta, düşman hukukunu uygulamaktadırlar. 

Halbuki Türkiye, 26 demokratik özerk bölgesel yönetime rıza göstermiş, adil, demokratik ve eşitlikçi bir Anayasanın güvencesi ile bölgesel yönetimlerin önünü açmış olsaydı, son yedi yılda yaşanan siyasal, ekonomik, ekolojik, kadın ve toplumsal kırım yaşanmamış olurdu.

Çünkü her bölgesel yönetim kendi özgünlükleri ile soruna yaklaşacak, zayıf ve güçlü yanlarının analizi ile hareket edebileceklerdi. Söz, karar ve yetki tek adamda, ya da işlevsiz kılınan Ankara’da olmayacak, yerellerde, bölgesel yönetimlerde olacaktı. Şatafatlı saraylar, kişiye özel uçak filosu yerine, bölge insanın temel ihtiyaçlarının doğrudan karşılanmasına gidileceğinden, yakın ve uzak tehlikelere karşı önlemler alınmış olacaktı.

Bu sayede; riskler felaket boyutuna ulaşmadan, aşabilmenin olanaklarına insanlarımız kavuşmuş olacaklardı. Doğa ve toplum kaygısı olmayan mutlak iktidar sahiplerinin gasp ve talan hırsı, yaşanan ekolojik kırımla örtüşünce, toplumsal kırım yaşanır olmuş.

Bütün bunlardan hareketle muhalefet yeni bir siyasal ve toplumsal sözleşme ile toplumun önünü açmak zorundadır. Zihniyette, düşüncede, birinci ve ikinci doğaya bakışta, mevcut iktidardan farklı söylemi olmayanlar, seçim kazansalar bile yeni ve özgür yaşamı kuramazlar.

Uygulamalarda kimi farklılıklar olsa da, geleceği güven içinde kurmayı, çokluk içinde birliği esas almayı politik olarak savunmadıkları sürece savaş, yıkım, ölüm ve öldürme üzerine bina edilecek yarınların geleceği olamazlar.

O nedenle son virajda olduğumuz bu yıkımdan çıkışın tek yolu; yerel ve yerinde demokrasi fikriyatına inanan ve onun gereğini yerine getiren siyasete ve siyasi aktörlere ihtiyaç vardır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.