Diyanetin helal ve haramları

Ahmet TURHALLI yazdı —

  • Diyanet işleri Başkanlığı, kemalist sistem tarafından planlı ve köklü bir Türkleştirme kurumu olarak kurulmuştur.
  • Diyanet kurumu, başta Kürtler olmak üzere, diğer etnik yapıları İslam adına asimile etme vazife ve sorumluluğunu üstlenmiştir.
  • Diyanetin görevi, tağuti, putperest ve ırkçı olan bu devletin bütün ceremelerine İslami bir kılıf bulmak olmuştur.

Diyanet İşleri Başkanlığı, kemalist sistem tarafından kurulmuştur. Kemalist sistem Tekke ve Zaviye Kanunu çıkararak kendi kontrolü dışında kalan bütün dini müessese ve şahsiyetleri kanun dışı ilan etmiştir.

Mustafa Kemal 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da yaptığı konuşmada, "Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve bunlara mensupların memleketi olamaz" demiştir.

Tekkelerin kapatılmasından evvel 3 Mart 1924 tarihinde 'Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’ni kaldıran 429 sayılı kanunun Tekke ve Zaviyelerle ilgili olan 5. maddesi şöyledir:

"Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bilcümle cevami ve mesacid-i şerifenin ve tekaya ve zevayanın idaresine, imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyumların vesair müstahdemin tayin ve azillerine Diyanet İşleri Reisi memurdur."

Söz konusu bu kanunla devlet, Tekke ve Zaviyelerin mevcudiyetini resmi olarak onaylayarak bizzat kendi kontrol ve denetimi altına almıştır. Bu kanun çıkarılırken tarikatların faaliyetleri üzerine herhangi bir ihtilaf çıkmamıştır. Fakat 1925 yılının şubat ayında Şêx Seîd kıyamı’nın başlaması tarikat, Tekke ve Zaviyelerin bir numaralı tartışma mevzusu haline gelmesine neden olmuştur.

"Bir Nakşibendi Şeyhi olan Şeyh Said’in liderliğini yaptığı isyan esasen İslami temelli bir Kürt ayaklanması olarak ortaya çıkmıştır. Şeyh Sad’in 'İslam’'ın Türklerle Kürtler arasındaki tek bağ olduğu, Türklerin ise şimdi bu bağı kopardığına göre; Kürtler de kendi geleceklerini düşünmek zorundadırlar' gibi cümleleri bu kanıyı güçlendirmektedir." Yani kullanılan jargon İslami olmasına rağmen, hedef olarak Kürtlerin bağımsızlığının belirlenmiş olması nedeniyle Şeyh Said İsyanı’nın dini ve milli karakterinin iç içe geçmiş bir mahiyette olduğunu söyleyebiliriz, demekteler Kemalist yazar ve çizerler.

Bilal Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (1924-1938): Şeyh Said, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s. 21. adlı kitabında, Şark İstiklal Mahkemesi’nin bölgesel olarak aldığı Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kararına atıf yapılmıştır.

Tekke ve Zaviye Kanunu 30 Kasım 1925 yürürlüğe sokulmuş ve Kürdistan da ki toplumsal İslam ile Kürt medreseleri bir bütün olarak yok edilmek istenmiştir.

Atatürk, bu konu ile ilgili 1 Kasım 1925 tarihli Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında yaptığı konuşma içerisinde yeni düzende artık milletin dini ve mezhebi irtibat yerine, Türk milliyeti adı altında bir birlik oluşturduğunu fakat, tarikat ayrılıkları ortadan kaldırılmış, dini hayat Diyanet İşleri vasıtasıyla tek elde toplanmıştır. Şeyhler, Zaviyedarlar ve türbedarlar da bu yeni sistem içerisine olabildiğince entegre edilmeye çalışılmıştır.

Osmanlı döneminde iktidarlarla iç içe olan medreseler, tekke ve zaviyeler kapatılmamış, 'Diyanet İşleri' diye yeniden yapılandırılmışlardır. Devlet dışı ve toplumla hemhal olan muhalif ve dürüst Müslümanlar yasa dışı ilan edilerek, Abdülhamid döneminde temelleri atılan Türk İslam Sentezi, Atatürk ile birlikte Türkçülük biçiminde şekillenmiştir. İslam Türklük için kullanılan bir aparat olarak açıktan sahaya sürülmüştür.

Diyanet işleri Başkanlığı, kemalist sistem tarafından planlı ve köklü bir Türkleştirme kurumu olarak kurulmuştur. Kemalist sistem, Tekke ve Zaviye Kanunu çıkararak kendi kontrolü dışında kalan bütün dini müessese ve şahsiyetleri kanun dışı ilan etmiş, bu kesimleri zindanlara, sürgüne yollamış ya da katletmiştir.

Diyanet kurumu, başta Kürtler olmak üzere, diğer etnik yapıları İslam adına asimile etme vazife ve sorumluluğunu üstlenmiştir. Kürdistan ve Anadolu’da yaşayan farklı millet ve inançları Turanizm ve Kemalizm potası içinde eritme görevini başarılı bir şekilde tamamlamıştır. Diyanetin görevi, tağuti, putperest ve ırkçı olan bu devletin bütün ceremelerine İslami bir kılıf bulmak olmuştur. Bu ve bunun yan kuruluşları olan devlet endeksli bütün İslam soslu tarikat, cemiyet, cemaatlerin herhangi bir dini, İslami hedef ve amacı yoktur, olmamıştır/olmayacaktır.

Diyanetin haram ve helallerinin amacı, İslami toplum ve şahıslara yol göstermek ve sorunlarını çözmek değildir. Devleti ayakta tutmak ona can simidi olmaktır. Müslüman toplumun sorun ve meşakilleri diyanetin gündemine girmemiştir/girmeyecektir.

Diyanetin müslüman topluma göstermesi gereken Kur‘an da ki helal ve haramlar olmalı iken, o bu helallerin üstünü örtmek, haramları helal göstermekle iştigal etmektedir. Kur’an haksız savaşın haram olduğunu söyler ve barışı esas alır. Diyanet haksızlığa karşı çıkan insanların öldürülmelerini helal görür ve ve toplumu da bu algılarla yönetir. Haksızlığa karşı çıkanları dinsiz ve terörist ilan ederek, onların cenaze namazını kılmayı, kefenlenip gömülmelerini engeller. Kur’an, "başkasının malını çalmak, başkalarını aldatmak, başkasının dilini inkar etmek, kültürünü yasaklamak, uyuşturucu, kumar ve umumhane paraları ile devlet yönetmek, devlet adına cinayetler işlemek haramdır" der. Diyanet ise bunları gündemine almaz. Diyanet ve onun yan kolları olan diğer devlet endeksli cemaatler, İşçinin, fakirin, mağdurun, ezilmişin ve zayıfın sesini asla duymaz ve duyulmaması için bütün camilere hutbeler yollar. Kur’an, "mazlumu, işçiyi, fakiri, kadını, mağduru gözetleyin ve onlar için mücadele edin" der. Ama birgün dahi olsa ne diyanet ne de ona bağlı guruplar Kur’an’ın "savunun" dediği bu kesimler hakkında tek bir sözcük dahi etmemişlerdir. Bunların helalleri, Kur’anın haramları olmaktadır. Şimdi uyanma zamanı!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.