İktidarın cinnet hali…

Cihan DENİZ yazdı —

  • Sistem artık dikiş tutmaz haldedir; sadece ekonomisiyle değil, siyasetiyle, hukukuyla, toplumsal yapısıyla iflas etmiş durumdadır.   

Türkiye, tamamen kontrolden çıkmış ve her gün daha da derinleşen bir sistem krizi içindedir. Sistem artık dikiş tutmaz haldedir; sadece ekonomisiyle değil, siyasetiyle, hukukuyla, toplumsal yapısıyla iflas etmiş durumdadır.  

Ve bunun karşısında iktidar, o sürekli bahsettiğimiz varoluşsal panik içinde, ömrünü biraz daha uzatma adına ne yapacağını bilmez bir haldedir; adeta bir cinnet hali içindedir. Türkiye, bu panik hali içinde alınan kararlarla bir o yana, bir bu yana savrulmaktadır. Sistem açısından kendi mantığı içinde bile olsa tutarlılıktan, öngörülebilir olmaktan söz etmenin imkanı artık yoktur. Hakim olan sadece varlığını sürdürme güdüsüdür. Ve bundan dolayı da Türkiye’de artık her şey mümkündür. İktidarın varlığını sürdürebilmesi adına ve bununla birlikte yandaşların zengin edilebilmesi adına hiçbir hukuki, ahlaki ve siyasi sınırlama olmadan yapılamayacak bir şey yoktur.

Sadece birkaç gün içinde yaşananlar bu cinnet halinin zirvesidir. Şu birkaç gün içinde asgari bir demokraside yapılması mümkün olmayan ne varsa Türkiye’de yapıldı. Zaten artık pek bir anlam ifade etmeyen hukukun, demokrasinin tabutuna son çiviler de çakıldı.

İlk önce 19 Mart günü hiçbir somut delil ortaya koymadan, sadece sübjektif değerlendirmelere dayanarak Anayasa Mahkemesi’nde iktidar karşısında en büyük direnç merkezlerinden HDP’nin kapatılması için dava açıldı. Aralarında yeni ve eski milletvekillerinin, parti yöneticilerinin ve artık aramızda olmayanların da bulunduğu yüzlerce siyasetçi için siyaset yasağı istendi.

20 Mart ise o günün akşamı Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararları ile Türkiye’deki keyfi yönetimin sembolü olarak tarihe geçti. Resmi Gazete’de yayınlanan birkaç satır ile Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi, Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirdi, Ayrıca yandaşları daha da zengin edecek düzenlemeler yapıldı. Hiçbir doğru düzgün gerekçe sunmadan, bırakalım geniş kamusal tartışmaları, iktidar partilerinin kendi yetkili organları içinde bile doğru düzgün tartışılmadan, sadece ben yaptım oldu anlamına gelen bir karar ile Meclis’te aralarında AKP ve MHP’nin de oluğu tüm partilerin oybirliği ile kabul edilen uluslararası bir sözleşmeden çıkma kararı almanın Türkiye’de siyasetin ortadan kalkması dışında bir anlamı olabilir mi?

Aslında aynı gün alınan bir kararlarla Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı’nın yaptığı açıklamaya her alana sinmiş keyfi yönetim anlayışının itirafı olarak okunmalıdır: “Merkez Bankası Başkanı'nı değiştirmek Cumhurbaşkanımızın bir tasarrufu. Ne sebeple yaptığı sadece Cumhurbaşkanımızın bilgisi dahilindedir.” Türkiye’de yönetim anlayışı daha güzel anlatılamazdı.

21 Mart Newroz günü milletvekilliği büyük bir hukuksuzluğa imza atılarak düşürülen HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, bu hukuksuzluğa karşı adalet nöbeti eylemi yaptığı Meclis’te bizzat Meclis Başkanı’nın davet ettiği polisler tarafından gözaltına alındı. Duruşu ile iktidara karşı ahlaki ve ilkesel direnişin sembolü haline gelen Gergerlioğlu’nun tam da abdest alırken adeta pusu kurularak gözaltına alınması, iktidarın düştüğü durumun aslında bir özetidir.

Özcesi, tüm vatandaşları doğrudan ilgilendiren, sonuçları üzerindeki yükü daha da ağırlaştıran böylesi kararların bu kadar rahat alınabildiği bir rejimin demokrasi ile uzaktan yakından alakası olamaz.

Ve tüm bunlar iktidarın ağzından demokrasi, insan hakları ve ekonomi alanında reformu ağzından düşürmediği bir süreçte yaşandı. Ve anlaşılan yaşananlar yetmemiş olacak ki bugün (24 Mart) AKP’nin Ankara’da yapacağı kongrede Cumhurbaşkanı’nın yeni bir “insan hakları eylem planı” ve “ekonomi reformu” açıklayacak. Bu satırların yazıldığı an itibarıyla henüz açıklanmayan bu yeni reform paketinde ne olduğunun aslında pek de önemi yok. Çünkü yaşananlar reformun iktidar açısından ne anlama geldiğini ortaya koymaktadır. Yapılacak açıklamalardan ezilen halklar, yoksullar, kadınlar ve ötekileştirilmiş tüm kesimler için olumlu bir şey çıkmasının imkanı yoktur.

Buna karşın ezilenler için mesaj 21 Mart’ta tüm baskılara, engellemelere, yasaklamalara rağmen yüzbinlerin doldurduğu Newroz alanlarından geldi. Rejimin adeta bir numaralı hedefi haline gelmiş HDP’nin halk tarafından bu coşku ve kararlılıkla sahiplenilmesi bile tek başına bir manifesto niteliğindedir. Tüm muhalif kesimler bu mesajı almalı ve HDP etrafında bir barikat kurarak iktidarın demokrasiye yaptığı son saldırıyı püskürtmelidir. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.