‘Türk’ siyasetinin ırkçılık halleri

Cihan DENİZ yazdı —

  • Irkçılık, tahammülsüzlük ve nefret, sadece siyasete değil, akademiye, ekonomiye, sanattan ve spora kadar “Türk” düşünce dünyasının tüm hücrelerine yayılmış bir zehirdir.

Irkçılık bir kez daha Türkiye’de siyasetin en baş gündemlerinden biri oldu. 

Bir yanda iktidarın baskıcı politikalarına karşı demokrasiyi savunduğunu iddia eden “Türk” siyasetinin anlı şanlı “sosyal demokrat” partisinin genel başkanı ülkede yaşayan göçmenleri nasıl geri göndereceğini açıklıyor. 

Genel başkanından güç ve feyz alan Bolu Belediye Başkanı ise “Yabancı uyruklu kim varsa abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız” diyor. 

Normal bir demokrasi de ağzından çıkan bu sözler nedeniyle siyasi hayatı bitmesi, rezil olup bir daha insan içine çıkamayacak hale gelmesi gereken bu “sosyal demokrat” görünümlü ırkçı, “birileri insan haklarından bahsedecek, bana 'faşist' diyecek. Hiç umurumda değil" diyerek adeta utanmadan bir de meydan okuyor. 

Yine her gün katıldıkları televizyon programlarında AKP’nin baskıcı yönelimlerinden şikayet eden sözde “muhalif” akademisyenlerin, gazetecilerin bu konulardaki fikirlerini, gazetelerde ve televizyonlarda çıkan haberleri insan ancak onlar yerine utanarak izleyebiliyor, okuyabiliyor.   

Diğer yandan, “Türk” siyasetinin muhalefeti böyle iken iktidarı da bundan zerre kadar farklı değildir. An itibarıyla ırkçılık sicili zaten oldukça kabarık olan iktidar, varlığını sürdürebilmek adına ırkçılığa, özellikle de Kürt düşmanlığına dört elle sarılmıştır. Her bir yerde Kürtlere, onun siyasi temsilcilerine dönük saldırıları kışkırtmaktadır. Sadece son bir haftada Afyon, Konya ve Ankara’da meydana gelen ırkçı saldırılarda 1 kişi ölmüş, onlarca kişi ise yaralanmıştır. 

Dahası, kendi ırkçılığını görmeden muhalefetin göçmenleri geri gönderme siyasetini eleştiren, muhalefeti ırkçılıkla suçlayan AKP Gene Başkan Danışmanı “Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” diyerek aslında iktidarın ve temsil ettiği sermayenin Suriyelilere emeği ucuza sömürülecek kölenin ötesinde bir değer vermediğini göstermektedir. 

Tüm bunlar bir kez daha uzun uzun tahliller yapmaya gerek olmadan, “Türk” siyasetinin sınırlarını ırkçılığın, ötekine dönük tahammülsüzlük ve nefretin nasıl çizdiğini göstermektedir. 

Bunlar “Türk” siyasetinin şifreleridir. “Türk” siyaseti başından beri bunlar üzerine inşa edilmektedir. Hep kendi dışındaki halkları hedef tahtasına koymuş, onlara olan nefret üzerinden kendini tanımlamış ve var etmiştir. Kürt nefreti, Rum nefreti, Ermeni nefreti, Süryani nefreti ve bu coğrafyada yaşayan diğer halklara duyduğu nefret, “Türk” siyaseti için olmazsa olmaz bir varlık koşulu olmuştur. Halklara dönük ırkçılık ve nefret olmadan “Türk” siyasetini düşünebileceğimiz tek bir an bile yoktur. İster tek parti dönemi ister çok partili dönem, ister darbe ister “sivil” siyaset, ister “sağ” ister “sol”, ister Beyaz ister Yeşil faşizm “Türk” siyasetinin doğuşu da, gelişimi de ve bu gün içinde olduğu çöküşü de ırkçıdır, nefret doludur. 

Bu anlamıyla, ırkçılık “Türk” siyasetini ırkçılar ve ırkçı olmayanlar olmak üzere iki ayrı kampa bölen bir şey değildir. “Türk” siyasetinde ırkçı olmayan yoktur. Irkçılık, iktidarından muhalefete “Türk” siyasetinin ortak paydasıdır. Daha da önemlisi, ırkçılık, tahammülsüzlük ve nefret, sadece siyasete değil, akademiye, ekonomiye, sanattan ve spora kadar “Türk” düşünce dünyasının tüm hücrelerine yayılmış bir zehirdir. Bu dünya içinde olan herkes, bilincinde olsun olmasın, bu ırkçılık zehrinden nasibini almıştır. Sözlerine, ırkçılık sinmiştir; davranışlarını bu ırkçılık belirlemektedir.

Tüm bunların panzehri ise “Türk” siyasetinin “Türkiye” siyasetine dönüşmesini sağlamak için verilecek radikal demokrasi mücadelesidir. İktidardaki öznenin değiştiği ama hakim zihniyetin olduğu gibi kaldığı döneme son verip bu coğrafyanın siyaset anlayışında paradigmasal bir kopuşu önüne hedef koyacak üçüncü bir yol inşa etmektir yani gerçek bir demokratik alternatif yaratmaktır. 

Tam da bu gerçekten dolayı, “Türk” siyaseti, kendi anti tezini gördüğü Kürtlerden ve Kürtlerin temsil ettiği siyasi akıldan bu kadar nefret etmektedirler. Türk devleti, ırkçı ve tekçi iktidarların bataklığının ortasında halkların birbirini inkar etmeden, birbirine zulmetmeden özgürce bir arada yaşayabileceğinin canlı kanıtı Rojava’yı işgal etmeye giriştiğinde muhalefetin sesi çıkmamaktadır. Aynı şekilde İmralı’da bu coğrafyaya hakim ırkçı ve tekçi siyaset anlayışına karşı demokratik ulus esprisi çerçevesinde bir alternatif ortaya koyan Abdullah Öcalan üzerinde emsali olmayan bir tecridi devreye koyup onun sesini boğmak için her yola başvurmaktadır. Ve buna karşı sözde muhalefetin tek bir kelime bile etmemesi, tersine iktidara tersi bir yönde adım atmaması için sürekli aba altından sopa göstermesi asla tesadüf değildir. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.