Yarını bugünden kurtarmak zorundayız!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Devletin ve iktidarların haklarımızı inkâr eden, el koyan inkarcı, katliamcı ve asimilasyoncu zihniyetine karşı, dayanışarak ortak mücadele alanlarını çoğaltmak ve geliştirmek zorundayız. 

Erdoğan sıkça had bildiren, başkasına kendi ideolojik bagajlarını dayatan, kişiyi ve toplum kesimlerini biçimlendiren yaklaşımlarıyla irade kırmaya devam ediyor.

Kendisini dayatma ve irade kırma; Türk ulus devletinin tekçi, inkarcı, asimilasyoncu ve katliamcı zihniyetinden beslenenlerin tarih boyunca sıkça başvurdukları yöntem olmuştur.

Erdoğan bu yöntemi farklı kesimlere dönük olmak üzere sıkça kullanmakta, kendi doğrusunu toplum kesimlerine dayatmaktadır.

İktidara geldiğinden beri özellikle Alevilere ve Kürtlere dönük had bildiren sözleri ile neredeyse her gün gündemi meşgul etmektedir.

Kürt sorununun varlığını, yokluğunu, Kürt sorununun ne olduğunu en iyi kendisinin bildiğini iddia etmekte, iyi bildiği Kürt sorununu "çözdüklerini", dolayısıyla böylesi bir sorundan bahsedilemeyeceğini söylemektedir.

Sorundan ve çözümünden bahsedenleri ise ‘bölücü’ ve ‘terörist’ ilan ediyor, düşman hukukunu uygulamaktan bir an olsun vazgeçmek nedir bilmiyor.

Aynı anlayıştan hareketle Alevilere dönüyor; "Alevilik Ali’yi sevmekse Ali’yi en çok ben severim" diyerek kendi üzerinden sevgi ve bağlılığı tarifliyor. Hızını almayarak "İslam’da ibadet yeri camidir. Cemevleri kültür mekanlardır. İbadet yeri olamaz. Alevi kardeşlerimiz bizim gibi Müslüman’dır ve İslam’ın farklı bir yorumunu yapmaktadırlar." diyerek Alevilerin ne olduklarına, nerede ibadet edeceklerine, onlar adına kendisi karar veriyor.

Alevilerin meşru ve demokratik taleplerini karşılayacağına, onları eşit haklar sahibi vatandaş göreceğine ve gerekeni yapacağına egemen dine ve onun değerlerine bağlayarak asimile ediyor, işin içinden çıkmanın kurnazlığına bakıyor.

AHİM’in "Alevi çocukları zorunlu din dersine tabii tutulamaz, Cemevleri ibadethanedir" kararını uygulayacağına, Alevileri itibarsızlaştırıyor, had bildiriyor, onlara şekil vermeye kalkışıyor.

Aleviler, vatandaş görüldükleri ülkelerinde bırakınız statü sahibi olmaları, hak sahibi bile değillerken Avrupa ülkeleri tarafından tanınan bir kısım hakları kriminalize ediyor. İslam’ın bir mezhebi olduklarını empoze ediyor, her tür hak mahrumiyeti ile onlara camiyi gösteriyor, din derslerini dayatıyor. Yetinmiyor, "Avrupa’da Alisiz Aleviliği savunanlar 30 milyon Euro destek aldı" diyerek Avrupa’ya da had bildiriyor, gerçek olmayan beyanlarda bulunuyor.

Milliyetçi, cinsiyetçi ve dinci olan ulus devletler dini ideolojik araçlara dönüştürerek, kutsiyet zırhına büründürüyor, böylelikle hem dini tartışma dışında tutuyo hem de bu sayede toplumda rıza üretmeye, toplumu yönetilmeye ikna etmeye bakıyor.

Türk ulus devleti de bu amaç doğrultusunda, inşa sürecinde Êzîdî Ermeni, Süryani-Asuri ve Rum halklarını "Müslüman değiller" diyerek soykırımdan geçirir. Sonra Türk olmadıkları için Kürtleri, Müslüman ve Türk olmadıkları için Kürt Alevilerini soykırımdan geçirir ulus devlet.

1937-38 Dersim soykırımından sonra Alevileri birçok kez katliamlardan geçiren ulus devlet, din üzerinden onları asimile etmekten asla vazgeçmez.

Dinin Allah’ın emri olduğuna ikna edilen kitleri kendisine yedeklemeyi başaran iktidarlar, bu sayede toplumdaki farklı inançlardan kesimleri de bu söylem üzerinden iknaya çalışır.             

Çünkü dini sorgulanmaz diye kitlelere telkin ederek kişiyi sorgulayan, eleştiren konumdan uzak tutarlar.

Mahalle baskısı yaratarak insanları dini kurallara ve Allah’ın emirlerine uymaları halinde cennetle mükafatlandırılacaklarına, uymamaları halinde ise cehennem ateşinde yanacaklarına inandırmaya çalışırlar.

Bu tür yöntem ve söylemlerle toplumu yönetilmeye razı eden, mevcudu kabul eden, itaat etmeye zorlayan din, devletin elinde böylelikle en güçlü silah olur.

Bu sayede yarattığı ve kutsiyet atfettiği mabetleri ile toplum karşısında devasa bir güç olurken; toplum ise onun karşısında küçülmekle kalmaz, özgün ve özerk olan her şeyini kaybederek özne olmaktan çıkar. Böylece insan, aklı, bilgisi ve emeği ile mabetlere can veren kimliksiz ve kişiliksiz nesneye dönüşmüş olur.

İşte insanlığın kaybettiği an bu andır. Erdoğan’da tartışma dışında tutma gayreti ile kutsiyet atfettiği İslam Dini’ni Alevilere benimsetme, kendi mahallesinin çocukları muamelesini çekerek, onların akıllarını çelmeye çalışmaktadır.

Bu sayede toplumu sorgulayan, eleştiren, hesap soran, hak arayışında olmak yerine, saraylar ve devasa mabetler karşısında biat eden köleler olsun isteniyor. Bizi politika dışında tutarak özne olmaktan çıkarmak, yönetilen nesne haline dönüştürerek mutlak iktidarlarına alan açıyor.

Bu oyuna gelmemek için her zamandan daha çok örgütlenmek, birlikte mücadele etmek durumundayız. Devletin ve iktidarların haklarımızı inkâr eden, el koyan inkarcı, katliamcı ve asimilasyoncu zihniyetine karşı, dayanışarak ortak mücadele alanlarını çoğaltmak ve geliştirmek zorundayız. Bu süreci amacına uygun karşılayamazsak yarın çok geç olabilir. İnancımızın ahlaki ve politik değerleri binlerce yıl boyu tüm haklı ve meşru talep sahiplerine ikrarlık vermişken, onu son bin yıla hapsetmek ve indirgemek, inancımızın değerlerine “kibrit suyu dökmek” anlamına gelecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.