Öcalan’ın programını Almancaya çevirmek 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Günümüzde enternasyonalizm sadece dayanışma değil, “ortak vatanlarda, asimilasyona karşı demokratik ulus temelinde birleşmek, ortak vatanların ve AB’nin kaderinde hak ettiğimiz gibi söz sahibi olmaktır.

Bu yazıda Avrupa’daki Türkiyelilere bir önerim olacak.

Sözüm PKK’li arkadaşlara ve onlarla birlikte hareket eden Kürt yurtseverlerine değil. PKK ve yurtseverler nerede, nasıl, ne yapacaklarını benden iyi biliyorlar.

O halde söze başlayalım.

Artık anlaşıldı ki, Türk devleti ve Saray rejimi yelkenleri suya indirdi. Yeniden AB ülkelerine yaltaklanma aşamasına gelindi. Özellikle Almanya ile gizli diplomasi hız kazandı. En son Türk savaş bakanı Hulusi Akar Berlin’e gitti. Açıklanan gündem önemli değil. Türk devleti Biden döneminde AB’ye ve özellikle Almanya’ya “yanaşarak” Biden ABD’sini “dengelemek” amacıyla “teslim anlaşmasını” Almanya ile imzalamak istiyor. Bu da doğal. Çünkü özellikle Almanya Saray rejimini adım adım kendi yanına çekmek ve Türkiye’nin Biden dönemine “yumuşak iniş” yapmasını sağlayarak rejimi denetimine almak için çalışıyor.

Akar’ın Berlin’de, Korona’ya rağmen Alman Savunma Bakanı ile “yüz yüze” görüşmesi özellikle dikkat çekici. Birçok önemli görüşmelerin tele konferans yöntemiyle yapılması yerine bu “yüz yüze” görüşme Türk devleti ile Alman devleti arasında “tehlikeli alaka”ya işaret ediyor. Demek ki, çok gizli anlaşmalar söz konusudur.

Medyada yayınlanan haberlere göre Alman demokratik çevreleri bu görüşmenin “tehlikeli alaka” olduğunu fark etmiş durumda. O nedenle Akar’ın ziyareti protesto etti.

Sadede dönelim.

Türkiyeli “diaspora” ne yapmalı?

Bu önemli sorudur. Çünkü çeşitli milletlerden Türkiyeli göçmenler uzun zamandır AB ülkelerinde “uyum” adı altında sinsi bir “asimilasyon” süreci yaşıyor. Bu süreç Türkiyelilerin tıpkı Alman, Fransız, İngiliz vs. gibi AB vatandaşlarıyla eşit düzeye gelmesi anlamını taşımıyor. Avrupa’nın “ikinci sınıf” vatandaşları olma yolunda ilerliyor ve onlar Avrupa’da “kendi” rollerini oynayamıyor.

Yapılması gereken Kürt özgürlük hareketinin programından yararlanmaktır. Örneğin bu programı sadece Kürt ve Türk dilinde değil, Alman dilinde, yani AB koşullarına uyarlamaktır.

Milyonlarca Türkiyeli AB ülkelerinin resmi “vatandaşları”dır. Hukuken bu ülkelerin vatandaşlarıyla aynı haklara sahipler. Ancak bu haklarını kullanmıyorlar. AB toplumunda politik bir özne olamıyorlar. Bunun başlıca sebeblerinden birisi AB ülkelerinin “dışlayıcı” tutumu ise, asıl olan Türk devletinin Avrupa’daki Türkiyelileri “beşinci kol” gibi görmesi ve kullanmasıdır. En büyük kitlesel örgütlenme olan Diyanete bağlı kurumların içi Türk MİT’çileriyle kaynıyor. Özellikle Türkler, bu arada PKK düşmanı Kürtler halkın üzerinde TC adına hegemonya kuruyor.

Bu büyük kitle içinde “anti faşist” faaliyet o nedenle sınırlı sonuçlar alıyor.

Yapılması gereken iş, PKK’nin “ortak vatan”, “demokratik ulus”, “demokratik cumhuriyet” ve “konfederalizm” programını büyük bir hızla AB ülkelerinin “diline çevrilmesi”dir. “Biz, örneğin Almanya’nın yurttaşlarıyız, ilk vatanımız Türkiyedir, ama ortak vatanımız Almanya’dır; biz Almanya’da yaşayan bütün Almanlarla, farklı etnisitelerle, kültürlerle, din ve mezheplerle demokratik ulus üst kimliğinde gönüllü birlik istiyoruz, ortak vatan Almanya’yı tröstlerin ve bürokratik aygıtın hegemonyasından kurtarmak onu demokratik cumhuriyete dönüştürmek amacımızdır; biz Avrupa Birliği’ni yalnızca devletlerin küresel emperyalist  birliği olmaktan çıkartmak istiyoruz, onun yerine AB’yi halkların demokratik konfederalist ‘devlet olmayan devletler ve halklar birliği’ olarak yeniden inşa etmeyi öneriyoruz; AB demokratik konfederalizme hukuki yapısı bakımından en yakın oluşumdur, Avrupa halklarının Fransız Devriminden beri çok derin demokrasi gelenekleri vardır ve işte biz bu gelenekle kendi mücadele geleneğimizi birleştirerek Avrupa’yı insanlığın cenneti yapmayı en büyük ‘ütopyamız” olarak görüyoruz. AB ve Almanya yalnız sizin değildir, bizimdir, burada sizlerle birlikte kendi rolümüzü oynamak istiyoruz.”

Böyle ya da benzer bir deklerasyon Avrupa’daki göçmenleri Türk faşizminden koparır, onların Avrupa halklarıyla birliği, göçmenleri Türkiye’ye ve Kürdistan’a, aynı zamanda Rojava’ya ve Ortadoğu halklarına asıl o zaman yaklaştırır.

Vaktiyle Lenin, Rusya dışındaki devrimcilere “Marksizmi Rusça” olarak değil, kendi dillerine çevirerek anlatmalarını büyük bir vurguyla anlatmıştı. Dogmatik yaklaşımlar yerine Marksistlerin bulundukları ülkenin koşullarına uygun yol ve yöntemler bulmasını istemişti. Bu yeterince yapılamadığı için Rusya dışındaki, daha sonra Çin dışındaki ülkelerde Marksizm hiçbir zaman yeterli düzeyde yerel özellikler kazanamamış, komünistler halklar tarafından daima bir “dış güç” gibi algılanmıştı.

Benim görüşüme göre, Türk faşizminin ve oligarşisinin Avrupa’daki etkisini kırmak ve AB ve örneğin Alman devletlerinin kapitalist modernite temelinde kirli çıkarlarla halkların özgürlük mücadelesine karşı adımlarını etkisizleştirmek, diyelim ki, Akar gibi bir bölgesel emperyalist militaristin halklarımıza karşı Almanya ile gizli anlaşmalar yapmasını bozguna uğratmak, Öcalan’ın programını AB ülkelerindeki göçmenler ve Avrupalı kitleler arasında yaymaya, onları bir program etrafında birleştirmeye doğrudan bağlıdır. Günümüzde enternasyonalizm sadece dayanışma değil, “ortak vatanlarda, asimilasyona karşı demokratik ulus temelinde birleşmek, ortak vatanların ve AB’nin kaderinde hak ettiğimiz gibi söz sahibi olmaktır.

Bu bir öneridir. Ne kadar isabetlidir bilemem. Ama şunu bilirim; Ekim devrimi göstermiştir ki, Avrupa’da devrimci sonuçlar almadan, Avrupa’yı en azından örneğin Kürdistan’ın özgürlüğünün önünde bir engel olmaktan çıkartmadan, devrim bizim yüzümüze gülmeyecektir. Lenin Petrograd’ı zapt ettiği gün bir yıl boyunca Alman devriminin zaferini bekledi. Rosa’nın ve Karl’ın katledilmesi, Avrupa’nın karanlığa gömülmesi, Sovyet devriminin de ölüm habercisiydi.

Öyle de oldu…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.