Sivas katliamını nasıl okumalı?

Demir ÇELİK yazdı —

  • Türk Ulus Devleti’nin yok saydığı Kürtler, Aleviler, Sosyalistler ve aydınlar yan yana gelmiş, birlikte olmaları toplumun ezilenleri, yoksulları için umut olurken, tekçi devlet anlayışı için risk olarak görülmüştür.

Pir Sultan Abdal Kültür Şenliğinin ikinci gününde 2 Temmuz 1993’ te, Cuma namaz çıkışında toplanan radikal İslamcı grup, etkinliğin yapıldığı alanı sloganlar eşliğinde, tekbir getirerek basar. Etkinlikte bulunan yazar ve sanatçılar, Madımak Oteli’ ne sığınmak zorunda kalırlar. Alevilere ve devrimcilere karşı devlet tarafından örgütlendirilen bu güruh otelin etrafını kısa sürede sarar, otele sığınanları kuşatırlar. Tekbir sesini duyanların katılımı ile kısa sürede sayıları on binlere ulaşan bu faşist güruh; “Laik kafirlere ölüm”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyerek oteli ateşe verirler. Devletin valisi, polisi, askerinin yanı sıra dönemin hükumeti saatler boyu devam eden bu kuşatmaya sessiz kalırlar. Çünkü inkarcı ve katliamcı ulus devletin farklı ve öteki olanlara karşı; ’Tamamlanmamış Görevi ’, ‘Bitmemiş Suç Pratiği’ icra ediliyordu Sivas’ta. 

Tekçi devletin ‘Bitmemiş Suç’ pratiği gereğince toplumsal ve siyasal aydınlanma etkinlikleri üzerine saldırtılan ve sevk edilen bu güruh tarafından çıkarılan yangında, 33 insandan bir kısmı dumandan vahşice boğularak, bir kısmı da hunharca yanarak yaşamını yitirir. Madımak Oteli çevresine sevk edilen faşist güruh, is ve yanık et kokusundan çılgına dönmüş, önüne gelen her şeyi yakıp yıkmanın önüne geçilmez saldırganlığıyla dışarı çıkmak isteyen otel çalışanlarını da linç ederler. 

Dönemin Sivas Belediye Başkanı; ”Gazanız mübarek olsun” derken,  Başbakan Tansu Çiller; “Çok şükür otel dışındaki halkımız hiçbir biçimde zarar görmemiştir” der. 2014 yılında ise Yargıtay'ın, davanın zaman aşımını onaması üzerine, Başbakan olan Erdoğan; “Hayırlı Olsun” deme pervasızlığında bulunur. Devletin asker ve sivil bürokratlarına bunları söyletenin Türk Ulus Devleti’ nin tekçi zihniyetidir. Farklı olanlara, öteki gördüklerine karşı ‘Tamamlanmamış Görev’, ‘Bitmeyen Suç Pratiği’ ile yaklaşılmıştır. İnkârcı, imhacı İttihat ve Terakki zihniyetinin birinci dünya savaşı koşullarında Müslüman olmayan halklara dönük, ulus devletin inşası süreci ile birlikte Müslüman ve Türk olmayan Kürt Alevilerine ve Türk olmayan Kürtlere dönük sürdürdüğü soykırımların Alevilere karşı ‘Tamamlanmamış Görev’ olarak addettiği katliamın adıdır Madımak.

1920-1921 yıllarında Koçgiri soykırımı ile Kürtleri Ankara’dan uzaklaştırmanın stratejisi ile hareket eden devlet 1978' de Maraş, 1980' de Çorum ve 1993’te Sivas’ ta Kürt- Alevi karşıtı stratejisi gereğince ‘suç pratiğini’ sürdürmek istemiştir. 1925 Şark Islahat Planı ile genelde Kürtleri, özelde Kürt Alevileri, ‘Yeşil Kuşak’ dışına hapsetmek, direnenleri ortadan kaldırmak, geride kalanları ise asimile ederek başkalaştırmaya çalışmak, ulus devletin kendi bekası için devreye koyduğu suç pratiği olmuştur. Yürütmekten ve uygulamaktan asla vazgeçmediği bu suç pratiğine rağmen üstesinden gelemediği siyasal, kimliksel, dilsel ve kültürel sorun olan Alevi ve Kürt sorunu kangrenleşmiş, giderek bölgesel ve uluslararası soruna dönüşerek Türk Ulus Devleti’ nin derin ekonomik, siyasal krizlerinin de nedeni olmaktadır.  Kürt ve Alevi sorununu, meşru demokratik yollarla çözmek yerine, her seferinde katliam ve soykırımı dayatan Türk Devleti, NATO’ ya üye olduktan sonra, TSK bünyesinde oluşturduğu Özel Harp Dairesi üzerinden halklara, inançlara, sosyalistlere dönük fiziki, siyasi, kültürel ve sosyal soykırımı paramiliter güçlerine yaptırmaya başlar. Bu sayede hem iç kamuoyu nezdinde, hem de uluslararası kamuoyu nezdinde kendisini mağdur göstermeye çalışır.

1993 yılı öncesinde Kürt Siyasal Hareketi giderek Anadolu içlerine doğru etki alanını genişletmiş, halklara, inançlara ve ezilenlere dokunmaya, sorunlarını dillendirmeye, çözüm geliştirmeye ve umudu yeşertmeye başlamıştı. Bu sayede toplum dinamiklerinin toplumun sivil demokratik örgütlenmesi perspektifi ile başta Kürt Alevileri olmak üzere, bir bütün Alevilerin öz güç üzerinden örgütlenmesi ve kendi hakikatleri ile buluşmaları, devlet kendisi için tehlikeli gelişme olarak algılar ve görür. Ulus devletin inkarcı ve katliamcı politikaları ile ön alamadığı siyasal, toplumsal ve kültürel aydınlanma hareketi, Ankara’nın yanı başında yaşanıyor olması tehlike çanlarının çalmasına neden olmuştur. Aydınlanmanın ulus devletin temellerinin atıldığı Sivas Kongresi’nin gerçekleştiği Sivas’ta yaşanıyor olması, ulus devlet tarafından kabul edilmez kabul edilmiştir. Türk Ulus Devleti’nin yok saydığı Kürtler, Aleviler, Sosyalistler ve aydınlar yan yana gelmiş, birlikte olmaları toplumun ezilenleri, yoksulları için umut olurken, tekçi devlet anlayışı için risk olarak görülmüştür. Devlet kendi bekası için kabul edilmez olarak gördüğü bu gelişmeye karşı, Özel Harp Dairesi’nin karanlık dehlizlerinde özel savaş stratejisi ile yaklaşmış, kendisi yerine paramiliter yapıları harekete geçirerek her zamanki gibi kendisini topluma ‘kurtarıcı melek’ olarak sunmaya kalkışmıştır. Özel savaş stratejisi ile hareket eden devletin askeri ve sivil bürokrasisi katliamı önlemek yerine kolaylaştıran olmuş, bu nedenle yasama ve yürütme kılını kıpırdatmamış, yargı ise orta oyununu oynamakla yetinmiştir.

Aynı zihniyetten beslenen AKP-MHP faşist iktidarı da bugün bir kez daha Alevilere ve Kürtlere kültürel soykırımı dayatıyor. Kadim inancımızı başkalaştırmaya uğratıyor, devşirdiği dedeleri Kerbela’ ya götürüyor, Dersim’ e gençlik merkezi ve Kuran kursları açıyor. Asimilasyonla inancımızın hafızasını karartıyor, belleğini kazıyor, yerine kendi tekçi, inkârcı belleğini yerleştirmeye çalışıyor. Toplum kesimlerinin farklılıklarını ayrıştırıyor, karşıtlaştırıp düşmanlaştırarak kendisine iktidar alanlarını oluşturuyor. Katliamcı, soykırımcı zihniyete inat ‘binbir süreğimizi’ zenginlik görüp yan yana birlikte olmak zorundayız. Tekçi devlet zihniyetinin ve iktidar sahiplerinin oyununa gelmemek, mazlum ve mağdur Anadolu ve Mezopotamya halkları ve inançları olarak ‘Bir Olmanın, Birlikte Olmanın Zamanıdır’ diyerek yola koyulmalıyız. ‘Yol Bir Sürek Binbir’ düsturundan hareketle farklılıklarımızı engel değil, toplumsal hakikatimizin demokratik, özgür ortak yaşam bahçesinin renga renk gülleri ve çiçekleri olarak görmeliyiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.